lördag 26 december 2015

"AYN WARDO' SİVİL DİRENİŞİ'ni anarken

 
Barış ve çözüm sürecinin yerini savaş ve çatışmaya verdiği, şehirlerde sokağa çıkma yasağının günlerce uygulandığı böylesi dönemlerde, başka halk ve inançların tarihlerinde yaşanılan barışçıl ancak sivil direncin öne çıktığı olayları yıl dönümlerinde anmak, bunu incelemek ve bilince çıkarıp, tecrübelerinden faydalanmak önemlidir.

Ayn Wardo'daki olay, tarafları barışa zorlayan ve imkansızı başaran insani bir çağrıyla son bulmuştu. Bölgedeki kültürlerin barışçıl ve insani haykırışları da o sesle buluşmuştu. Olay, Turabdin bölgesinde, AYN WARDO köyünde olmuştu. Yıl 1915'ti. Yani tam 100 yıl önce oluyor, bu barışçıl ittiatsizlik ve insani buluşma.

Etrafı sarılmış olan bu köyde, her yerden sığınmış, suçsuz ve sivil Suryanilerin kirli savaşa karşı neler yapılacağı konusundaki toplantılarına, şahitlik ediyordu tarih. Suryanilerin isteği, her zaman olduğu gibi o zamanda, Turabdin'de, atalarının toprakları üzerinde kimlik, dil, kültür, gelenek ve inançlarıyla, özgürce ve diğer kültürlerle barış ve güvenlik içinde yaşamaktı. Bölge barışı için kapıları açık tutup, çaba gösterme istemlerine işaret etmekti.

Amed valililiği 'sefer'de ferman vermişti. İktidarların klasik yöntemi olan, 'ideolojik', 'milliyetçilik', ve 'inanç' ayrılığı sivrilterek devreye konmuştu. Savaştan çıkarı olanlar, slogan üretmekle meşgül idi. 'Barış' istemi,'oyun' ve 'aldatmaca laf' gibi değerlendirildi. 'Kadim halk'ların, kendi toprağı üzerinde özgürce ve barış içinde yaşam hakkı unutulmuştu. Aynı ırk ve inançtan olmayanların katlinin vacip görülmesi yollunda, tavsiyeler dolaşıyordu. İşlenilecek insani suç ve çözümsüzlük, bir sonraki nesle miras olarak bırakılacağı, bilinmek istenmiyordu.

Toplumda tanınmış kışilere baskı ve gözaltılar yaşandı. Yaşam, mahalle ve sokaklarda adeta azap ve işkenceye dönüşmüştü. Anaların gözyaşı durmak nedir, bilmiyordu. Kaçacak ve sığınacak yer azalıyordu.


'Ayn Wardo', diyorlardı.'Bu köy yüksek bir tepeye kurulmuştu. Önce kadın ve çocukları gönderelim oraya. Yeterli yiyecek ve içecek stoku yapalım. Sonra da geçici olarak, haksızlığa karşı sesimize kulak verecekleri güne kadar, bizler de oraya yerleşiriz', demişlerdi, çalışıp eve ekmek getirmek zorunda olan erkekler.

Bölgedeki korku ve tehdit, komşularını ve dostlarını susturmuştu. Vijdan sahibi insanların sesi kısılmış, yapabilecekleri insani yardımları sınırlandırılmıştı. Korku ve güvensizlik, şehir sokaklarına ismini vermişti ve giderekten bu köylere kadar tesir ediyordu. Ancak dostları ve vijdan sahibi kişiler, korku duvarını aşıyor, tehlikeye rağmen, yaşanılan adaletsizliğe değiniyordu:

Bizler Hz. Muhammed, onlar ise Hz. İsa'ya gönül vermiş insanlar. Bizler Kuran-ı Kerim'e, onlar ise kutsal kitab İncil'e inanmakta. Her iki peygamber ve iki kitap ta Allah'ın. Her iki taraf ta aynı Allah'a inanıyoruz. Bu kin ve zulüm niye? Barış içinde kardeşçe yaşamak varken, bu savaş niye?!'


Ayn Wardo'nun etrafını saran duvarlar, çok önceden tamir edilmiş, etrafı örülmüştü. Buraya yüzlerce sivil, çocuk, yaşlı ve kadınlar yerleşmişti. Bir süreye yetecek kadar yiyecek ve içecek vardı. Köy aşağıdan, bir kale görünümü veriyordu.

O gece, Allah'a, O'nun Yüce Divanı'na uzandı eller dua için. Baba topraklarında, özgür ve barış içinde bir yaşamdı, istekleri. Her zaman olduğu gibi, her türlü düşmanlıktan uzaktı Suryanilerin hisleri. Kendilerine saldırıda bulunacaklara bile dua ediyordu. İnsanın en güzel yeri, kalplerine kin yerine sevgi yeşertmesi içindi, duaları.

Amed valisi emrindeki suvarilere, bir kısım Kürtlerde katıldı. Ayn Wardo'nun etrafı kuşatılmıştı. Etrafı sarılan köy sakinleri, savaşa karşı ittiatsizlik ve kendilerini koruma kararı vermişti.

Düzenli suvarilere karşı, iki aydan fazla devam eden sivil itiatsizlik süresince, içerde çok acılar yaşandı. Ağır bedeller ödendi. Özellikle kadınlar, yaşlılar ve çocuklar çok çekti. Su ve yemek sıkıntısı, çekilen acılara rağmen, haklı tarafın, özgürlük ve barış için tavrında değişiklik olmadı.

İnsanlık tarihi, insani değerleri koruyan örneklerle doludur. Ahlak sahibi olanlar, insani duygulara değer verenler, içte barış ve huzurun önemini bilenler, haklının çığlıklarına kulak verip destek sunanlar, zülmü yaşayanlar, haksızlıklara şahitlik etmiş olanlar, Allah'ı sevip, kalbinde o sevgiyle yanan herkes, baskı ve zülmün altında inleyenlerin imdadına koşmuşlardır. İnsan haklarını korumayı, kendilerine vazife olarak bilmişlerdir.

O zaman, Suryanilere yapılan bu zulmün durması için Şeyh Fethullah, barışın sesi olmuş, taraflara barış ve anlaşma çağrısı yapmıştır. Kutsal kitaplara inanan insanların katlinin suç olduğuna dikkat çekmiştir. Bu çağrı, Turabdin'de çığ gibi büyümüştür. İnsani çözüm ve barıştan yana olan herkes bu sese güç vermiştir, destek vermiştir. Taraflar arasındaki barış, bölgenin gelişimine yol açmıştır.

İnsanlık ve barıştan yana olanların desteğıyle, Ayn Vardo'daki sivil ittiatsizlik ve direnç, sesini duyurmuştu. Dualar kabul olmuş, kalplerdeki sevgiler bu başarıya imza koymuştu.


Ayn Wardo olayının 100. yılında, şehadet suyunu içenleri, Şeyh Fethullah ve tüm barışçıl insanları rahmetle ve saygıyla anıyorum. Ayn Wardo, valinin ve 'ferman'ına destek sunanların, yıl boyunca yaşatılan büyük acılara rağmen, siyasi ve kirli savaş planlarının krize dönüştüğü yer oldu. Sivil ittiatsizlik ve direncin, ulusal ve inançsal motifleri vardı. İstemler, barışçıl ve sivil direncin kendisini savunmasıyla ifadesini bulmuştu. Güçlerin dengesizliğine rağmen, geri adım atılmamıştı. İki aydan fazla süren, köyün etrafını saran güçlerle oluşmuş gayri insani izolasyon, zamanın toplumun önde gelen bir önder ve aydının haksızlığa karşı çıkması, değişik kültürlerden dost, vijdan sahibi ve barışçıl insanların desteğiyle kırılmış ve taraflar anlaşmaya zorlanmıştır.

Zarathustra Gabar ÇIYAN
Gazeteci-yazar


måndag 21 september 2015

Abdullah Demirbaş’ın tutuklanması acı vericidir

Sur Belediyesi eski başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, Ağustos başlarında, verilen kararla, bir daha, tutuklanarak cezaevine konuldu. Suçunu bilmiyoruz. İddialar ve konut sorunuyla bağlantılı şüpheler var.  Yani, iddia ve şüphelerden dolayı tutuklu.

Aslında Demirbaş hakkındaki, “iddia ve şüpheler” yeni değil. 2009’da da tutuklanmıştı. O zamanda iddia ve şüpheler” vardı. Çok dil ve kültürlülük konusunda uzman, toplumda huzur, barış ve gelişiminde olumlu rol oynayan değerli aydın ve siyasetçilerin, iddia ve şüphelerle tutuklanması ve tutuklu kalması acı vericidir.

Abdullah Demirbaş Hoca, uzun zamandır hasta. ‘Ven Tromboz’ hastalığı hayli ilerlemiş durumdadır. Bu türden hastalıkların tedavisi, hastanede ve konuda uzman hekimlerin gözetiminde mümkündür. Demirbaş’ın sağlık durumunu, tutuklanmasına karar veren merci, adalet ve insan haklarıyla yetkili hükümet üyelerinin bildiğini düşünüyorum.

2009 yılında tutuklanması sonrasında, cezaevinde sağlığı bozulmuş, hastaneye kaldırılmıştı. Geçici tedavilerle tutukluluk hali devam edince, Demirbaş’ın durumu hepten bozulmuştu. İç hukuk ve insan hakları sözleşmelerinin, tedavisi içerde mümkün olmayan tutuklu ve mahkumlar konusundaki insani yaklaşım, malesef o zaman yetkili makamlarca dikkate alınmadığı için, olay, yurt içinde ve dışında tepkiye neden olmuştu.

Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılıp, tedavisinin hastanede yapılması için, yurt içinde ve yurt dışında kampanyalar başladı. Konunun ciddiyetinden haberdar edilmesi ve gerekenin yapılması için, zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Adalet Bakanına yazıldı. Avrupa’da kurulan, Abdullah Demirbaş’la dayanışma komitesi, üyesi ve insan haklarıyla yakından ilgilenen birisi olarak, bu kampanyayı yürütenlerden birisiydim. O zaman Amed’e (Diyarbekir) gittim ve avukatıyla görüştüm. Doktor raporlarını toparladım. Hastalığı, bulunduğu durumu ve hukuksal sorunu konusunda bir rapor hazırladım. Bunu, dayanışma komitesi, 4 dile çevirdi. Rapor, ulusal ve uluslararası dayanışma ile, AB’nin insan haklarıyla ilgili bölüm ve çalışanlarına, AB ülkeleri meclis dış ilişkiler komisyon üyelerine, insan hakları örgütlerine ve insan sağlığı ciddiye alan insani örgütlerin ilgili kişilerine, birinci elden ulaştırmasında, rol aldım. Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılıp, hastanede tedavi edilme istemi konusundaki kampaya çok önemli örgüt ve şahsiyetler imza koydu. Kampanya yurt içinde ve dışında büyüdü.

Renkli kültürel kişilikleriyle politika yapan insanlarımızın, hukuktan çok, siyasi düşünceleri ve çalışmalarından dolayı zaman zaman tutuklanmaları ve ceza istemi, günümüzde anlayışla karşılanacak bir durum değildir. Üstelik çok hasta olan birisinin, ısrarla içerde tutulup, ölümüne göz yumulması hoş karşılanacak bir olay olmasa gerek. Bu tür konularda, biz insan hakları çalışanlarının, destek isteyip, sığınacağı tek yer, kanun ve anlaşmalardan çok, insan güzeliğinin saklı olduğu, kalbi ve vijdani, olmaktadır.

O zaman Abdullah Demirbaş’ın konusu, kamuoyunun ve cumhurbaşkanı, başbakan ve adalet bakanı makamının da duyarlı olmasıyla çözüme kavuşmuş, Demirbaş 2010 Mayısında serbest kalmıştı.

Serbest bırakılması ardından Diyarbekir’e, insan hakları ihlalerini yerinde görmek için değil, bu sefer sevincimizi, verilen adaletli kararı, Abdullah Demirbaş’ın makamında, Sur belediyesi’nde bana ikram ettiği çay ile, kendisiyle paylaştım. Sağlığını sordum. İsveç’li doktorlardan birisi, hastalığı konusunda çalışmaların olduğunu, Demirbaş’ın, İsveç’e ziyeret edeceği bir zamanda, muayanehanesine beklediğini söylemişti. Ben de kendisine aktardım. Ancak, Demirbaş’ın acı gülümsemesini gözlerinden okumak zor değildi. Sonradan görüştüğüm avukatı, Demirbaş’ın serbest bırakılmasına rağmen, yurt dışına çıkışının yasaklı olduğunu vurgulamıştı.

İddia ve şüphelerle, hasta bir vatandaşın tedavisini engeleme, bunu yaşam hakkı üzerinde görme kabul etmek zordu.

Kampanya, bırakıldığı yerden tekrar startını verdi. Bu sefer Demirbaş üzerine konulan yurt dışı yasağının kalkması içindi. Gün boyu çalıştığımız günler oldu. Demirbaş gibi birçok hasta tutuklu ve mahkum vardı. Bu kampanya bir yanıyla politik çekişmelere taraf olmadan, ülkedeki demokrasiye katkı sağlamak içindi. Tutuk ve cezaevlerinde hasta ve tedaviye muhtaç olan kişilerin sağlığını ciddiye almakta hedeflenmişti. Ceza kesilen insanlarımıza, ikinci defa ceza biçilmesine karşı idi. Kampanya büyüdükçe büyüdü. Cezaevindeki hasta tutuklular için, sınır ötesi, ideoloji ve inançlar dayanışması yaratıldı.

Mart 2012’de Abdullah Demirbaş üzerindeki yasak kaldırıldı. Demokrasi kazanmıştı. Kalbindeki insani duygu ve vijdani sesi dinleyenler, buna katkı sunanlar kazanmıştı. Bu insani çığlığa kulak veren her kes, tüm insanlar ve doğru karar veren yetkili makamlar kazanmıştı.

Evet dostlar, Abdullah Demirbaş malesef yine cezaevine konuldu. Hastanede tedaviye muhtaç, bir şahsiyet, yine idia ve suçlamalarla dört duvar arasına tıkıldı. Bu ülke tarihinde bir türlü son bulmayan ve sonu gelmeyen en hüzün verici yanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Sur Belediyesi eski Başkanı Abdullah Demirbaş gibi şahsiyetlerin içinde bulunduğu, dil, kültür, sanat ve edebiyatla ilgilenen birçok politikacı hakkında, iddia ve kalıpsal şüphelerle, tutuklama kararları verilmesidir. Cezaevine konulmasıdır. Sürgünde yaşamını yitirenler, bu uygulamanın, en acı ve hüzün veren tarafı olmaktadır.

Çok kültür ve inançların olduğu bu topraklarda yaşayanlara daha çok özgürlükler için çalışan ve toplumsal barış için hizmet eden politikacılar üzerindeki baskılar son bulmalıdır. Hukuksal suçlama, modern ölçüleri esas almalıdır.

Bu anlamda, iddialar üzerine tutuklanan Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılması önem arz etmektedir. 21 Eylül 2015

Zarathustra Gabar Çiyan
Kordinatör
Eurokurd News- İnsan Hakları Dökümentasyon Ofisi 



onsdag 9 september 2015

İsveç Sosyal Demokrat Milletvekili Serkan Köse: Barış ve çözüm için arabulucu olmaya hazırız

İsveç-Türkiye ilişkileleri çok iyi. Özellikle Türkiye’nin, AB üyeliğini açıkça destekleyen, bununla yetinmeyip, üye olması için çaba gösteren birlik ülkeleri arasında yer alıyor. Sanırım bunu, İsveç’in ulusal bir politikası olarak görmek yerinde olur. Bir önceki muhafazakar, Moderat Parti’nin başında olduğu hükümet, aynı çizgide yürüdü. O zamanın Dışişleri Bakanı Carl Bildt bunu açıkça söylemişti.

Sosyal Demokratların başında bulunan şu andaki hükümetin Dışişleri Bakanı Margot Wallström, Uluslararası Olof Palme Merkezi’nin davetlisi olarak İsveç’e, 20 Ağustos’ta gelen, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile yaptığı görüşme sonrasında, Türkiye hükümetine yönelik, karşılıklı ateşkesin ilan edilmesi ve kalındığı yerden tekrar Çözüm Süreci’ne dönülmesi, yolundaki çağrısı önemliydi. Mesajdaki diğer önemli bir vurgu ise dışişleri bakanın, Türkiye’nin, AB üyeliğini desteklediklerini açıklaması idi. Bu, şu anlama geliyordu. İsveç, insan haklarına her zamanki gibi önem veriyor, Kürt sorunun barışçıl yollarla çözümünü önemsiyordu. AB üyeliği için, Türkiyenin yanında olduklarına vurgu yapılıyordu. Şüphesiz ki, siyasi sorunların diyalog yoluyla çözümde, barışçıl olduğu kadar, arabuluculuk rolünde de, İsveç saygın bir ülke.

 Son iki yıldır, devlet ve PKK arasında süren çözüm sürecinde, silahlar susmuştu, Kürt dili ve edebiyatı çalışmaları önem kazanmıştı. Kürtler, legal alanda kendini ifade etmeye yöneldiği ve barışçıl çözümüm umutlarının güçlendiği bir anda, çatışma ortamına tekrar dönülmüştü. HDP Eşbaşkanının son gezisi ve İsveç Diş İşleri Bakanı Wallström’ün son açıklaması, İsveç’in, sürecin kalındığı yerde tekrar başlaması için arabulucu olması, konusu konuşulmaya başlandı. Demirtaş’ın ziyareti hemen sonrasında, İsveç Sosyal Demokrat Partisinden ve Uluslararası Olof Palme Merkezi’nden bir grup parlamenter, siyasetçi ve yetkili CHP, HDP ve AKP yekilileriyle görüşmek üzere Türkiye’ye gitmesi, barış için arabulucu olmaları konusundaki beklentileri daha da güçlendirdi.

Bizler, bu konuda daha fazla bilgi almak için, İsveç Milletvekili Serkan Köse ile görüştük. İsveç’te, gençlik sorunlarını yakından takip eden, işsizlik ve uğraşları konusunda uzman bir politikacı, Sosyal Demokratların insan hakları sözcüsü Serkan Köse, bizlere, katıldığı Türkiye ziyaretleriyle ilgili önemli bilgiler verdi. Röportajı sunuyoruz…

Serkan Köse kimdir?
Serkan Köse:
İç Anadolu Kürtlerin yoğun yaşadığı Konya iline bağlı Cihanbeyli’nin Yeniceoba Kasabasında dünyaya geldim. Ailemle birlikte, 10 yaşındayken İsveç’e geldim. Geldiğim günden bu yana Stockholm’un yabancıların yoğun yaşadığı Botkyrka belediyesinde yaşamaktayım. Liseden sonra Stockholm Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve iktisat Fakültesinde okudum. Siyaset ve iktisat bilimi üzerine master yaptım.

 
Sırasıyla, Sosyal Demokrat kadın kolları, İsveçin en büyük işçi sendikası olan Kommunal´de (belediye ve bazı kamu işçileri) ve Handels'de (ticaret işçileri sendikası) basın ve iletişim danışmanlığı yaptım.

Ondan sonra iki sene İsveçin en büyük işçi eğitim kurumu olan ABF'in Botkyrka ve Salem bölgesinin ombusmanlığını (yöneticilik) yaptım.

Ekimden bu yana İsveç parlamentosunda milletvekiliyim. Parlamentoda iki ayrı komisyonda görevli, tek Sosyal Demokrat milletvekiliyim; Çalışma Komisyonu’nunda, partimin ‘İşsiz gençliğin sorunları’ndan sorumlu sözcüyüm. Dış İlişkilerKomisyonu’nda da, Sosyal Demokratların ‘İnsan Hakları’ndan sorumlu sözcüsüyüm.


Parlamento görevlerimin yanısıra, üçüncü dönemdir, Stockholm’un Botkyrka Belediyesi Meclis Üyeliği ve Belediye yönetimi görevini de yürütmekteyim. Bunun yanısıra, 2011'den bu yana Sosyal Demokratların, Botkyrka bölge Başkanlığı'nı yapmaktayım. 2013'den bu yana Sosyal Demokratların il Yönetimi'nde bulunmaktayım.


Görüldüğü gibi parti adına yerel, bölgesel ve ulusal alanda görevlerim var. Tempo yoğun. Ama bütün bu görevleri en layık bir şekilde üstlenmeye çalışmaktayım. Hedefim bütün bu görevleri ve sorumlukları bize destek veren insanlarımıza en güzel bir şekilde hissettirmek.


Önce, HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Olof Palme Merkezi'nin davetlisi olarak İsveç'e geldi. Dışişleri Bakanı ve Palme Merkezi sorumluları ve bu ara birçok politikacıyla görüştü. Selahattin Demirtaş'ın ateşkes ve barış konusundaki görüşleri, İsveç Sosyal Demokratları arasında nasıl bir izlenim bıraktı?
Serkan Köse: Sayın Selahattin Demirtaş’ın Isveç´e gelişi ve barış dolusu mesajlar vermesi benim ve partim için büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu çatışma ortamından bir an önce çıkması için, yapılan bu ziyaret ve verilen mesajlar büyük bir önem taşımaktadır. Burada hem Sayın Demirtaş’ın ve hemde hükümetimizin mesaji cok açıktır. Silahlar derhal sussun ve müzakere masasına tekrar dönülsün.

Kürt sorunun silahla ve çatışmayla değil, demokratik bir ortam ve zeminde tartışılmasını savunmaktayız.  Onun için, sayın Demirtaş ve partisi HDP´nin bu konuda samimi olduğunu ve barış için çalıştıklarının izlemini aldık. Bu da HDP´yle var olan ilişkilerimizi daha güçlendirecektir. Barış sağlanılması için atılan her adımı ve buna hizmet eden her kimse, o’nu/ onları sonuna kadar destekliyeceğimizi vurgulamak istiyorum.

Kısa süre önce İsveç Sosyal Demokrat Partisi ve Olof Palme Merkezin’nden bir grup milletvekili ve yetkiliyle, Türkiye’de, CHP, HDP VE AKP yetkililerinin yanısıra, bölge geziniz esnasında belediye başkanı ve değişik kurumlarla görüşmelerde bulundunuz.
Gezinizin amacıne idi? Kimlerle görüşüldü? Ele alınan konular ne idi?

Serkan Köse: Sizinde belirtiğiniz gibi, sırasıyla CHP, HDP ve AKP ile üst düzeyde görüşmeler yaptık.

Bu gezinin üç amacı vardı; birincisi, kendimize ideolojik olarak yakın hissettiğimiz ve kardeş parti olarak tanımladığımız, CHP ve HDP ile olan ilişkilerimizi tazelemek ve onları ziyaret etmekti.

Aynı zamanda, iktidar partisi AKP ile de görüştük. Süreçte yaşanan son gelişmeler konusunda onların düşüncelerini aldık. Bizlerde, süreçle ilgili düşüce ve kaygılarımızı dile getirdik.

İkincisi, Diyarbakıra gittik ve oradaki sivil toplum örgütleriyle görüşüp, onların süreç hakkındaki gelinen son noktayla ilgili düşüncelerini almak istedik. Bu gezide, sivil toplum örgütleriyle ilişkilerimizi de geliştirmeye önem verdik. Diyarbakir Barolar Birliğini, başkan ve yöneticilerini, İHD Diyarbakır şubeşini, başkan ve yöneticilerini, KJA'nın Diyarbakır'daki merkezini, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gülten Kışanak'ı ve Demokratik Toplum Kongresi-DTK Eş Başkanı Hatip Dicle´yi ziyaret ettik.

Bu arada, Irak'ın kuzeyinde bulunan Şengal'e, 1 yıl önce Daeş'in saldırması sonrasında, günlerce dağlarda aç ve mahsur kalan, daha sonra, açılan koridor ile, önce Zaho'ya, ardından sınırı geçerek Diyarbakır'a gelen, “Şengal Ezdi kampında” kalan Ezdileri, ziyaret ettik. Bu görüşme, Ezdilerin, içinde bulunduğu zor durumu ve yaşam koşullarını anlamamız için önemli idi. Belediye, elinden ne geliyorsa yapmaya calışsa da, durumları hiçte iyi değil. Her türlü yardıma ihtiyaçları var.

Gezimizin üçüncü amacı, var olan çatışma ortamının durması için bir rol oynayabilir miyiz, diyerek, bu yönlü barışçıl yaklaşımımızı, görüştüklerimize ilettik.

Kisacası bizim açımızdan, bu görüşmelerin tümü verimli ve olumlu geçti. Önümüzdeki süreçte, bu görüşmleri tekrar değerlendirip, verimli bir çalışmaya dönüştürmek isteriz.


Dışişleri bakanı Margot Wallström, Ateşkesin olmasını, PKK ve devletin tekrar çözüm masasına oturma istemini açıkladı. Türkiyede hem iktidar hem muhalif parti temsilcileriyle görüştünüz. Barış ve çözüm sürecinin yeniden başlaması için, edindiğiniz izlenim neler?
Serkan Köse: Görüştüğümüz herkes, silahların biran önce susmasının gerekliliğini dile getirdiler. Savaşın çözüm olmadığını ve bir an önce silahların susması gerektiğini ilettiler. Bu konuda bizim bir rol oynayabileceğimizi ve bunu destekleyeceklerini söylediler.
 
Halkın savaşı istemediğinin izlemini aldık. İnsanlar meselenin, barışçıl bir ortamda tartışılmasını ve görüşmeler yolu ile çözülmesinin gerektiğini söylüyor. Ancak bu konuda devletin, gereken sorumluluğunu yerine getirmediğini ve çözüm sürecinin önünü tıkattığının algısı var halk arasında. Buna rağmen, görüştüğümüz birçok insan, barıştan yana umutlu olduklarını ve tarafların masaya tekrar oturacağını, söylemeleri hayli olumlu bir yaklaşım olarak görüldü.

Hemen barış ve sürecin bittiği yerden, tekrar başlaması için neler yapılması lazım? Türkiye de ve Kurdistan da savaş karşıtı olan kesimin umut ve beklentileri var, özellikle İsveç Sosyal Demokratların arabulucu olması ve barışçıl rol oynaması açısından. Bu konudaki düşüncenizi almak istiyordum...
Serkan Köse: Bir an önce silahların susması ve ateşkesin ilan edilmesi gerekir. Savaşa karşı olan herkesin, çatışan tarafları, sorunun çözümünde silahı değil, barışçıl ve demokratik çözümleri tercih etmeleri için, daha çok, daha kapsamlı baskı yapmaları gerekir.

Bu konuda, belirtiğim gibi, eğer bize barışın sağlanması için bir rol düşüyorsa ve böyle bir talep varsa her türlü çalışmanın içinde olacağımızı ve elimizden ne geliyorsa yapmaya hazır olduğumuzu dile getirmek isterim. Bunu zaten görüştüğümüz kişi ve siyasi partilere de söyledik. Eğer taraflar, barış için bir rol almamızı istiyorlarsa, böyle bir rol için hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum.
 
Yine altını çizmek istiyorum: Kürt Sorunu savaşla ve silahla değil, demokratik zeminde çözülmesi gerekiyor. Bizlerde de bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirmeye hazırırız. Yeterki savaş dursun, olmasın. İnsanlar ölmesin. Bir an önce silahlar sussun ve çözüm süreci kaldığı yerden devam etsin.

Röportaj: Z. Gabar ÇIYAN

måndag 7 september 2015

Gazeteci Cevat Korkmaz Çözüm Sürecini değerlendirdi: Çatışmalı ve güvensiz ortamın ekonomiye zararı büyük


Gazeteci-Yazar Cevat Korkmaz 1984’te başlayan çatışmalı ortamın ve sonrasında gelen baskınlar, operasyonlar, karşılıklı öldürülmelerle devam eden olay ve gelişmeleri yakından takip etti, bölgede aktif gazetecilik yaptı. Kürtlerin, sadece Türkiye değil, iran ve Irak rejimleri baskısı altındaki yaşamını yakından gördü. Çileli yaşamını yazdı. Politik gazeteciliğinin tecrubesi, serbest ticaretle birleşince, ekonomi politik alanındaki görüşleri ile öne çıktı, hayli önemli görüldü. Özellikle sosyal medyada, yapıcı, tarafsız, isabetli yaklaşım ve analizleriyle dikkatleri üzerine çekti. Şiddete karşı çıktı ve barışı savundu hep. Bunu yaparken, haksız tarafı da yapıcı bir dil ile eleştirip, uyarmayı ihmal etmedi.

 
Diyarbakır da 1962 de doğdu. Gazeteciliğe küçük yaşlarda babası Aziz Korkmaz'ın yanında başladı. Çeşitli gazetelerde çalıştı. 1987 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki eğitimini, cezaevine girdiği için yarım bırakmak zorunda kaldı. Aynı yıl ’Ortadoğu Haber Ajansı- ORHA’yı kurdu. Bu bölgede kurulan ilk özel haber ajansıydı. Ajans prima işlere imza attı. Yurt dışında ve içinde haberleri ORHA mahreciyle yayınlandı. Halepçe katliamı sonrası, tüm Dünyanın dikkatlerini üzerinde toplandığı bölgedeki, etkin ve kilit isimlerden, IKDP lideri Mesut Barzani'yle görüşen ilk gazeteci oldu. Mesleki kuruluşlardan ödüller aldı. Ajans bünyesinde ’Yeni Çizgi’ isimli bir dergi çıkarttı. ’Kürt Kapanı’ isimli bir kitabı ve ’Babamın Karıları’ adlı senaryosu bulunmaktadır. Halen, gazeteciliği yanında, serbest ticaret yaparak yaşamını sürdürmektedir.

 
Gazeteci-Yazar Cevat Korkmaz, Çözüm Süreci ve sonrasında başlayan çatışma ortamı değerlendirdi. Ve hemen barışın şartlarıyla ilgili düşüncesini paylaştı. Kendisiyle yaptığımız röportajı sunuyoruz. 

 
Uzun dönem bölgede gazetecilik yaptınız. Turgut Özal ve sonrasında gelen cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet üyeleri, Kürt sorunundan bahs etti. Umutlar verildi. Tabi iyleştirmeler de var. Ancak hukuksal anlamda atılan adım yok. Kürtlerle adı konulmuş, imza altına alınmış bir anlaşma yok. Siz bu süreçleri, tavır ve yaklaşımı nasıl yorumluyor sunuz?
Cevat Korkmaz: Merhum Özal'la başlayan Kürt sorununa çözüm süreci, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'le sürdürülmek istendi. Özal dışındaki girişimler halk tarafından samimi bulunmadı. ’AB yolu Diyarbakır'dan geçer’ ve benzeri gibi açıklamalar, unutuldu ve ciddiye alınmadı. Çözüm, yerini, her seferinde olduğu gibi şiddete bıraktı. Özal'ın akıbeti ise bugün hala tartışılıyor.

 Bana göre, siyasi iradeye karşı derin devlet her zaman direnç gösterdi. AKP'ye kadar hiçbir hükümet, devleti tam anlamıyla kontrol edemedi. Recep Tayyip Erdoğan'la başlayan süreçle, ezberleri bozan gelişmeler yaşandı. Oslo gorüşmeleri, Paris cinayetiyle sekteye uğrasa da, İmralı, Kandil ve hükümet gorüşmeleriyle devam etti. Çözüme dönük büyük bir umut yeşermişti. Ne olduysa 8 Haziran seçimleriyle oldu ve barış masası bir anda devrildi. AKP'yi hükümet yapan ittifaklar dağılmıştı. İktidarla Cemaat arasındaki iktidar kavgası, çözüm sürecini gerileten en büyük etken oldu, zira o güne kadar içeride tutulan generallere ’Pardon’ denildi. Şiddetin yeniden artması, şahinlerin serbest bırakılmasıyla da bağlantılı olabilir. Çünkü, tümünün itibarı iade edildi. Bugün ise halkta tam bir güvensizlik hakim.

 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve PKK lideri Abdullah Öcalan’la başlatılan çözüm süreci boyunca, insanlar ölmedi, askeri ve polisi harcamalar eskildi ve ekonomik anlamda Türkiye’nin güçlenmesi dünyada konulur oldu. Seçimden hemen sonra başlayan çatışma ortamıyla, Dünya, Türkiyedeki iç savaşı ve bunun ekonomiye ve bölge güvenliğine getireceği zararı konuşuyor. Bu çatışmalı ortamın, ekonomiye ve bölge güvenliğine, her iki halka getireceği zararlar konusundaki düşüncenizi paylaşmanızı rica edecektim...
Cevat Korkmaz: İnsanların ölmesi elbetteki güvenlik ortamına tesir edecek, ekonomiye yansıması olacaktır. Politik şiddetin sıkça eleştirilen en katı yanı, yeri doldurulmayan ve ardından acılar bırakan, insan kaybıdır.

 
Özellikle Ortadoğu coğrafyasında ciddi bir itibar kaybı vardır. İzlenen dış politika fazla başarılı sayılmamakta. Örneğin, İŞİD politikalarında direnen hükümet, ABD'yle sürpriz bir şekilde anlaşarak, sözde de olsa IŞİD'ı hedefine koymuştur. Ancak Dünya basını ve kamuoyu, bunun karşılığında Kürtlere operasyon sözü alındığını ve uygulamaya konulduğunu söylüyor.

 
Artan ekonomik sıkıntılarla birlikte çatışma alanları genişlemiş, insan hakları temelinde Avrupayı endişelendiren bir sürece girilmiştir. Çatışmaların olduğu bölgelerdeki son durum, Metropollerde de olumsuz etkilerini hissettirmeye başladı.

 
Bu durumların geçmişte yaşandığı ülkelere bakın, tümü ekonomik olarak ciddi darbeler almıştır. Bu anlamda Türkiyenin, çatışmalı ortamdan etkilenmemesinin imkanı yok. Nasıl ve ne kadar sorusu ise, piyasaya yansımasıyla cevabını bulacaktır. Türkiyedeki piyasaya daha yakından bakacak olursak, küçük ve orta işletmelerde konuşulanlar şu:

 
Vadeli mal satışları durdu. Bankalar vadesi gelmemiş borçları çeşitli bahanelerle erken istemeye başladı. Dövizdeki çılgın artış, ithal malların temininde sıkıntı yaratıyor. AB ülkelerindeki tedirginlik basında daha sık dillendirilir oldu. Yabancı birçok bankanın Türkiyeden çekileceği söyleniyor. Üstüne İktidarın, kimi sermaye gruplarına yönelik operasyon başlatacağına dair iddialar eklenince, piyasalar daha da kasılsdı. Doğudan batıya göç de başladı. Kentlerde insanlar erken saatlerde evlerine çekiliyor; tıpkı 90'larda olduğu gibi.Yargı sistemine olan guvensizlik nedeniyle, yabancı ortak edinmiş holdinglerin, adil alınmamış kararları Avrupaya taşıyacağı da güçlü bir ihtimal gibi gorünüyor…

 
Çözüm sürecinde haksız olan taraf değil, daha çok çözümü çözümsüzlüğe iten sebepler üzerindeki görüşünüzü merak ediyordum. Bu süreçteki önemli eksiklikler nelerdi?
Cevat Korkmaz: Çözüm sürecinde eksik olan, görüşmelerin halka kapalı olarak yapılmasıdır. Hatta parlemento bile bunun dışında tutulmuştur, denilebilir. Bunun sancıları devam etmektedir. Görüşmelerin içeriği ile ilgili sivil toplum kuruluşları ve halk yeterince bilgilendirilmemiştir. Kapalı kapılar ardında verilen sözler ve sürece dair önemli detaylar bugün hala bilinmemektedir. Dolmabahçe mutabakatından sonra, Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın 2 yılı aşkın süre devam eden müzakereleri gözardı eden açıklamaları, halk nezdinde erken seçim bahanesi olarak algılanmıştır.

 
Kalıcı barış için umut vaad eden süreci durduranlar, sadece Kürtler nezdinde değil, Türkler nezdinde de itibar kaybettiğini söyleyebilirim. Şüphesiz ki tüm bu gelişmeler sandığa yansıyacaktır.

 
Hemen barış ve çözüm sürecinin yeniden başlaması nasıl sağlanır?
Cevat Korkmaz: Hemen barış biraz zor sağlanır. Barış sürecini, tek taraf ya da bir kişinin taleplerine kilitlenmemelidir. Geniş tabanlı bir hükümet bunu başarabilirdi. Hatta MHP'nin de dahil olacağı bir ittifak, sorunlara şefaf çözümler üretebilirdi. Bir referandum seçeneği bile gündeme getirilebilirdi. Bunun sayısız yararı olur.

 
Metropollerde yaşayan Kürtler, geleceklerinden ciddi endişe duymaktadırlar. Yer yer yaşanan münferit olaylar, toplumsal reflekse donüşmeden ve çok geç kalınmadan iç dinamiklerin sorumluluk alması gerekmektedir.

 
Ayrıca, bu havada sandık güvenliği saglanamayacagı için, güvenli bir seçim yapılacağı inancında değilim. CHP, özellikle Suruç olayı ertesinde sorumlu davranmış ve bölgeye heyet gondermiştir. MHP ve AKP oylarıyla meclis araştırma talebi red edilmiştir. Suruç ile ilgili, tıpkı Roboskı olayında olduğu gibi samimiyetsiz davranılmış ve katliamlar adeta kamufle edilmiştir.

 
Şu an barış pek mümkün gözükmüyor gibi görünse de, sonuçta, dünyanın birçok yerinde Kürt Sorununa benzer sorunların çoğu diyalogla çözüme kavuşmuştur. Dünya Barış Haftası münasebetiyle şunu söylemek istiyorum:

 
Yeniden alevlenen çatışmalara karşı yükselen barışçıl seslere; çocuklarını kaybeden analar ve aile bireylerinin tepkilerine, sorumluluk bilinciyle savaşa karşı tavır koyan aydınların istemine, barış olması, çözüm sürecine bırakıldığı yerden başlaması için hükümete baskı yapan, insani örgütler, değişik ulusal ve uluslararası çevrelerin seslerine kulak verileceğini düşünüyorum. Tarafların, bu seslere kulak verip, görüşme masasına oturmaları gerekliliği istendikçe ve baskılar artıkça, barış ve çözüm sürecine tekrar bırakıldığı yerden başlanacak ve akan kan duracaktır.


Söyleşi: Z. Gabar Çiyan

fredag 21 augusti 2015

‘Çözüm Süreci’nin mimarlarından Gazeteci Cemil Aydoğan'la 'süreç sonrası çatışma ortamını ve barışın şartlarını konuştuk

Gazeteci Yazar Cemil Aydoğan bir barış insanı. Barış ve insan haklarına gönül vermiş biri. İnsan hakları çalışmalarından dolayı birçok ödül almış. Alınan bilgilere göre, Nobel Barış Ödülü’ne de aday gösterilmiş. İnsanlık mücadelesi açısından Hz. İbrahim’i incelemiş, kitap yazmıştır.
Aydoğan, devlet ve PKK arasında uzun süren savaşta, esir düşen asker ve sivilerin kurtarılmasıyla tanındı. Daha sonra, PKK ve devlet arasında ateşkesin zeminini hazırlama girişimi de eklendi. ‘Çözüm Süreci’ adlandırılan süreç, PKK’nin ateşkes ilan etmesinden sonra atılan adımdı. Aydoğan, bu süreçte arabulucu olarak, önemli rolü vardı.

EuroKurd News-İnsan hakları dökümentasyon ofisi kordinatörü gazeteci-yazar Zarathustra Gabar Çiyan, insan hakları aktivisti, Gazeteci Cemil Aydoğan’la çözüm süreci öncesini, PKK ile görüşmeler, MİT’e iletilen bilgiler, ateşkes süreci, yapılan hatalar, sürecin çatışmayla son bulduğu bu günü masaya yatırdı. Hemen barışın koşullarının nasıl yaratılacağı sorusu, en son ele alınan konu oldu. Paylaşıyoruz, röportajı.


Zarathustra Gabar ÇIYAN: 2012’de ekopolitik kurumlar adına PKK Avrupa temsilciliği ile, aynı yılın aralık sonunda Kandilde PKK’nin elinde bulunan kamu görevlisi ve sivilerin serbest bırakılması ve ateşkes için, PKK başkanlık konseyi temsilcileri Sabri Ok ve Zeki Sengali ile görüştünüz. Görüşmelerden çıkan üç öneriyi MİT müsteşarlığına ulaştırdınız. Birinci maddesi, BDP merkez yöneticilerinin Abdullah Öcalan ile görüşmesiydi. Diğer iki madde hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
Cemil Aydoğan: PKK’nin elinde esir bulunan asker ve sivillerin kurtarılması ile kamuoyunda barışa bir adım atmak amacı ile, barışçıl bir arabulucuya ihtiyaç vardı. Ekopolitik yöneticileri, dönemin Cumhurbaşkanı  sayın Abdullah Gül ile görüşmüşler. Görüşmeden sonra, Ekopolitik koordinatörü Sayın Tarık Çelenk beni İstanbul’a çağırdı. Bana ‘esir askerlerin kurtarılması ve barış zeminini araştırılması’ amacı ile PKK’nin Avrupa sorumlusu ile görüşmede bulunmak üzere sorumluluk vermek istediklerini söylediler.

Gerekçede, 1996 tarihinde, Irak Kurdıstanındaki PKK’ye ait Zap Kampı’nda, esir bulunan dokuz askerin, PKK yetkilileri ile görüşen heyetin koordinatörü olarak, askerleri, bir sürü zorluk ve sıkıntılar sonrasında ailelerine sağ salim teslim etme deneyim sahibi olduğuma dayanarak, bu görevi bana vermek istediklerini söylediler.

O ara Almanya’daki rezervasyon,  gidiş geliş programları da kendileri tarafından yapılmıştı. Haziran 2012’de PKK’nin Avrupa sorumlusu ile Stutgart kentinde görüşmelerde bulundum. Barış taleplerim kendileri tarafından not alındı ve bu bilgiler Kandile ulaştırıldı. Kandil yetkilileri, 2012 Aralık ayında beni davet ettiler. Kandilde PKK başkanlık konseyi adına Sabri Ok, Zeki Şengali ve bir yazman ile görüştüm. Orada PKK önderi Sayın Abdullah Öcalan ile ilgili görüşmeler birinci plana çıktı. Üç saatlik görüşme sonunda bana şifayi olarak üç öneri sundular:

1. BDP merkez yöneticilerin, Sayın Abdullah Öcalan ile görüşmelerin sağlanması.
2. Bu mümkün değilse, sayın Abdullah Öcalan’ın avukatlarından Kandilin uygun göreceği beş veya on avukat  arasında bir heyetin oluşması
3. Buda sıkıntı yaratıyorsa, benim başkanlığında Ekopolitik içinde, benim uygun gördüğüm bir heyeti, makul bulacaklarını söylediler. Ayrıca Sayın Başbakana da benimle ilgili, ‘’Başbakanlık basın yayın ve enformasyonda danışmanlık yapmış, ve 2009 da Sayın Başbakan Erdoğan’ın genel başkanı olduğu AK PARTİ’nin Kızıltepe Belediye başkan adaylığını yapmıştır. Biz, kendisinin barış ve insan hakları samimiyetine inanıyoruz.  Sayın Başbakan da bu samimiyete inansın’’, dediler.

Bu önerileri, Mardin’de beni bekleyen Ekopolitik yetkililerine, MİT müsteşarlığına ulaştırmak üzere şifayi bilgiler verdim. Kendileri, MİT müsteşarlığında yapılan olumlu bir görüşmeden sonra, bilgileri, dönemin  Başbakanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sundular. Sayın Erdoğan da, uygun olan birinci maddeyi kabul ettiler. Bunun onaylanması, askerlerin teslimi ve 2013 Newroz’unda ateşkesin fiili olarak hayata geçmesini beraberinde getirdi.

Başlatılan sürecin alt yapısı hazırlanmamıştı . Otuz yılı aşkın savaşan bir gerilla mücadelesinin elbetteki önemli demokratik ve siyasi talepleri vardı. Sorunlar ertelenerek, ateşkes kararı hayata geçirildi. Örneğin ana dil ile eğitim, kimlik-kültürel haklar herkesi kapsayan bir siyasi af ve bana göre de biçimsel değişiklikleriyle beraber, İspanyanın Bask özerk sistemi ideal çözüm sistemlerinden biri olabilirdi. Ben konferanslarda ve açıklamalarımda bu demokratik ve siyasi talepleri, bir demokrasi zeminin oluşması amacı ile sürekli olarak paylaşmaya çalıştım. Ancak devlet ve Öcalan heyetleri arasında bu sorunlar fazla tartışılmadı. Kalıcı barışın teminatı olan, demokratik ve siyasi taleplere cevap verebilecek reformlar masaya yatırılmadı, fazla konuşulmadı.

Bu süreçte benim korktuğum, bu kriterlerin yeterince tartışılmadan ateşkesin hayata geçirilmesiydi. Zaman zaman bizdeki hükümet ve devlet yetkililerini anlamakta zorluk çekiyorum. Bakınız, bir örnek vereyim. 35-40 miyonluk nüfusuyla statüsüz bırakılan Kürt halkı, kendi topraklarında söz sahibi olma ve daha çok özgürlükler istemesi kadar doğal birşey olamaz. Irak, Suriye ve Iran Kürdistan’ında gelecekte, halk özerk federasyon veya bağımsız bir devlet gibi çözümlere, barışçıl yöntemlerle  ulaşabileceğine inanıyorum.  IŞİD denen vahşi terör örgütü, bu süreçleri sabote etmek için ortaya çıkarıldı. Tarih, Kürt ve Ortadoğu’daki birçok kültüre saldıran IŞİD vahşetine karşı savaşan Kürt halkı, ABD, AB ve diğer koalisyon ülkelerinin, insanlık adına verdikleri bu onurlu mücadelelerini mutlaka yazacaktır. Bu zorlu mücadele, sonuçta bölge demokrasini güçlendireceği gibi, burada insan haklarına saygıyı ve özgürlükleri de getirecektir.

İnsan haklarıyla yakında ilgilenen bir kişi olarak, Türkiye’de, mevcut sınırlar içinde, Anadolu ve Mezopotamya haklarının kendilerini özgürce ifade edebileceği bir sistem ve anayasa ile kalıcı barışın mümkün olabileceğini, düşüncesindeyim. Çünkü bu halklar bu coğrafyada bin yıldır iç içe yaşayan topluluklardır. Ulusların kendi kaderlerini tayin etme de dahil, tüm demokratik haklarıyla özgür bir ortamın yaratılması için, konunun tartışılmasını savunan bir şahsiyet olarak bilinmeme rağmen, 2013’te, Batman’da, Yerel medya ve Kürt konferansınd, Başbakanlık Basın ve Enformasyon dairesi, içlerinde benim de olduğum birkaç kişiye, barış ve çözüme katkılarımızdan dolayı, onur ödülleri verildi. Bir yandan, çözüme katkı için ödül veriliyor. Öte yandan, devlet ve hükümet konferanslarında Kürt halkının demokratik talepleri hiç telaffuz edilmiyor. Bu siyasi çelişkiyi anlamak gerçekten de zor.

Zarathustra Gabar ÇIYAN: Uzun süre ateşkes devam etti. Kürt dili ve edebiyatı üzerindeki baskılar hafifledi, silahlar sustu, analar ağlamadı. Bu süre içinde askeri ve polisiye harcamaları azaldı, ülke ekonomisi güçlendi. Kürtler legal alanda kendini ifade yönelimi güçlendiği bir anda yeniden çatışma ortamına dönüldü.


Biz insan haklarının ilgisini çeken, bu süreçteki genel eksikliklerini öne çıkartmaktır. Sizce anlaşmada ve pratikte yaşanılan eksiklikler, sürecin son bulması ve çatışmayı tetikleyen ana nedenler nelerdi?
Cemil Aydoğan: Doğrudur. Üç yıla yakın bir süredir halklarımız barış içinde yaşadı. En kötü barış en iyi savaştan daha iyidir. Temelsiz barış talepleri de, en iyi savaştan daha iyidir. Kürt halkının demokratik talepleri olan, ana dilde eğitim, kimlik ve kültürel haklar, genel af gibi talepler kamuoyunda tartışılmadı. Sadece haklarımız Sayın Öcalan’ın, Dolmabahçe de, Hükümet ve İmralı HDP heyeti arasında okunan on maddenin açıklamasından haberdar olmuştur. Bu on madde Kürt halkının taleplerini karşılamayan maddelerden oluşuyordu. Sayın Öcalan bu maddelerin tümünde Kürt halkından bahsetmiyordu. Ancak bu ülkede demokrasinin yerleşmesi için, bu maddeler umut vaat ediyordu. Bu barış ve çözüm girişimlerinde Kürt halkının doğal olarak siyasi ve insan haklarında vaz geçilmeyen demokratik  talepleri tartışılmadığı için, birileri kendi siyasi çıkarları için Sayın Öcalan’ın bu demokrasi taleplerini de ciddiye almayarak Sayın Öcalan ve devlet arasında yapılan görüşmelerin kesilmesine de neden oldular.

Karşılıklı görüşmelerde muhataplar dışında, uluslararası anlamda tanınmış kişilik ve herhangi bir ülke ya da insani kurum,  ülkedeki sivil toplum ve ya bazı kanaat önderlerinin gözlemci olarak bu heyete yer almaması, tarihi bir hata olarak görmek gerekir. Bu heyetler arasına kim doğru söylüyor, kim yanlış söylüyor, konuşmaları da kamuoyunda tartışılmaya neden olmuştur.

Bu sürecin bitmesinde su bardağı zaten dolmuştu. Diyarbakır, Suruç ve Ceylanpınar katliamları sadece bardağı taşıran damlalar oldu. Bu ateşkesin mimarı ve arabulucu olan bir barış aktivisti olarak, taraflar arasında gördüğüm boşlukları birkaç başlık altında sıralayabilirim:

1. Devletin zaman kazanmak amacı ile sonuç alıcı olmayan gerekçelerle Sayın Öcalan ile yılarca muhatap olması.
2. Hükümetin çözüm ile ilgili direk muhatap olmaması, sorumluluk almayarak sorumluluğu devlet yetkililerine bırakması.
3. Heyetlerin görüşmelerinde tarafsız gözlemci bir heyetin yer almaması.
4. Kandilin ısrarla HDP heyeti dışında kendilerinin de uygun gördükleri bir kişinin de Öcalan’ın heyetinde yer almasını istemelerine rağmen bu talebin kabul edilmemesi bu talep Kandil ve devlet arasında kuşku ve güvensizliği beraberinde getirmiştir.
5. Ateşkes ile beraber heyetler arasında güven ve samimiyet zemini oluşmamış, bu üç yılık çözüm süreci heba edilmiştir.
6. Zor günlerde, hükümet ve devlete yardımcı olan devletin bir numaralı muhatabı olan Sayın Abdullah Öcalan’a ev hapsi ve ya görüşme ve irtibatın rahat olduğu özel bir ceza evinin tahsis edinmemesi gibi gerekçeler başlıca kopuş nedenleri olmuştur.

Zarathustra Gabar ÇIYAN: Başbakan yardımcısı ve devlet bakanı Bülent Arınç’a yönelik 05 Ağustosta kendisini şahsi ziyaret sonrasında ulaştırılan mektubunuzun bir örneği var masamda. Görüşmelerin yeniden başlamasını istiyor ve vazife almaya hazır olduğunuzu belirtiyorsunuz. Arınç’ın yeni bir sürecin başlaması konusundaki tavrı nasıldı? Edindiğiniz izlenimleri paylaşır mısınız?
Cemil Aydoğan: Sayın Arınç ve eski başbakan yardımcısı Sayın Beşir Atalay ile çözümle ilgili konferans ve oturumlarda insan hakları barış ve demokrasi taleplerini paylaştığım ve saygı duyduğum önemli şahsiyetlerdir.

Başbakan yardımcısı sayın Bülent Arınç’tan randevu talebim aynı günde olmuş, programı yoğun olmasına rağmen randevu talebimi aynı günde kabul etmiştir. Katıldığı konferansı yarıda keserek Başbakanlıkta beni kabul etmiş, yaptığımız görüşmeden sonra tekrar konferansa gitmiştir.

Benim barış için görüşme talebimi tahmin eden sayın Arınç’ın aynı gün beni kabul etmesi benim barış taleplerime ne kadar değer vermesinin de bir göstergesidir. Aldığım duyumlara göre Sayın Arınç’a gönderdiğim barış raporu, hükümetin üst düzey yetkilileri tarafından olumlu olarak değerlendirilmiştir.

Yeter ki barış girişimlerinde samimiyet olsun, iki tarafında bizlere güveni olsun. Geçmişteki sonuç alıcı barış girişimlerimiz, geleceklerimizin de aynasıdır. Hepimiz bu vicdani aynada kendimizi görürsek, bu ülkede barışın gerçekleşmemesi için hiçbir  neden söz konusu olamaz. Sayın Çiyan, sizde bulunan ve sayın Arınç’a gönderdiğim genel değerlendirme ve herkesi kapsayan ‘altı maddelik öneri paketi’m mevcuttur. Barış taleplerinde bu altı maddenin hayata geçirilmesi şartı ile devreye girmek gerçekçi bir davranış değildir. Ancak iki tarafa objektif hitap eden bir uzlaşma köprüsünü yaratacak olan barış kriterlerinin korunması şartı ile Kandile gitmek dahil olmak üzere her nevi göreve cesaretle hazır olduğumu demokrat kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.

Zarathustra Gabar ÇIYAN: Sürecin kaldığı yerden ya da yeni bir çözüm sürecinin başlamasının şartı ne? Bu nasıl mümkün olabilir?
Cemil Aydoğan: Tüm toplumsal ve kurtuluş mücadelelerinde devlet sistemleri silahlı muhalefet güçlerini Terör örgütü olarak suçlamıştır. İRA, BASK, AFRİKA ve FİLİSTİN örneklerini vermek yeterlidir. Tarihi şahsiyetlerden de bahsetmek gerekirse, Osmanlı sistemine göre Mustafa Kemal asi ve vatan hainiydi. Rus çarına göre Viladimir İliç Lenin hain ve anarşisti.  Roma’ya göre Spartaküs haindi. Atina’ya göre Sokrates düşüncesi kabul olmayan suçlu bir haindi. Ancak tarih, bu insanların kendi haklı davaları ile zafere gittiklerinin bir göstergesi olmuştur. Sistemler tarafından idam edilenlerde tarihin altın sayfalarına yazılarak günümüze kadar insanlık mücadelesinin önderleri olarak kalmışlardır. Türkiye de ki Kürt sorunu da tarihteki benzeri olayların aynısıdır. Kürtler MEDLER den gelme 2700 yılık yazılı tarihi olan bir halktır. Birinci dünya savaşında dört ülke tarafından bölünmüş bir halktır.

Soyut kardeşliğin modası da zamanı da geçmiştir. Egemen güçlerin politikaları gereği biz kardeşiz ancak senin dilin, kültürün, ismin ve  senin tarihin ve coğrafyanın tamamı da benimdir. Önce  kardeşlik için, Kürt halkının dilini, kimliğini, tarihini ve coğrafyasını tanımak zorundasın. Bir arada yaşamak için tüm haklara eşit hitap eden demokratik bir sistemi hayata geçirmek zorundasın. Bu demokratik talepler hayata geçtiği takdirde, bu iç içe olan ülkede bölünmenin zemini de ortadan kalkacaktır. Ve aynı ülkede ortak yaşamın koşuluda yaratılmış olacaktır.
Bu siyasi demokratik taleplerin hayata geçmesi ile Türkiye ve Kürdistan’ın tarihi ortak coğrafyaları olan Anadolu ve Mezopatamya da aynı ülke sınırları içinde Barışın meşalesi karanlığı mutlak yenecektir. 


Gazeteci-Yazar ve İnsan hakları aktivisti Cemil Aydoğan'ın barış süreci için Başbakan Yardımcısı Devlet Bakanı Bülent Arınç'a yazdığı mektup

Sayın Bülent ARINÇ                                                                        
Başbakan Yardımcısı Devlet Bakanı


05.08.2015 tarihinde eşimle beraber bizi kabul ettiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum. Zaman darlığı nedeni ile istenilen düzeyde barış sürecini dile getirme imkanına sahip olamadığım için sizlere süreçle ilgili düşüncelerimi tam olarak aktarma imkanına sahip olamadım.
Ülkemizde yaşanan şiddet ve savaş ortamının bu şekilde devam etmesi durumunda ilerde büyük sıkıntıların beraberinde gelmesine neden olacak ve karanlık örgütlerin bu ülkeye yeniden etkin olmasını beraberinde getirecektir.

1996’da PKK’nin elinde bulunan askerlerin teslim alınması heyetinde yer aldım rahmetli Necmettin Erbakan’nın bilgisi dahilinde Fethullah Erbaş başkanlığındaki heyette koordinatörlük görevinde bulundum. Zorlu ve sıkıntılı bir ortamda esir askerlerin ailelerine teslim etmelerini sağladık.
2012’de Ekopolitik kurumu adına PKK’nin elinde bulunan kamu ve sivil insanları teslim almak ateşkes için görüşmeler yapmak üzere PKK’nin Avrupa sorumlusu ile görüşmeler yaptım. Görüşme bilgilerinin kandile ulaşmasıyla 30 aralık 2012 tarihinde kandile davet edildim. Kandil’de başkanlık konseyi adına Sabri Ok, Zeki Şengali ve bir yazman ile 3 saatlik yararlı bir görüşme yaptık. Görüşme sonuçları 3 öneri şeklinde bana takdim edildi. Ekopolitik kanalı ile mit müsteşarlığına ulaştırdım. Dönemin sayın başbakanı Recep Tayip Erdoğan birinci maddede yer alana BDP merkez yöneticilerinin Abdullah Öcalan’la görüşmeyi sağlamayı uygun gördü. Bu talebin uygun görülmesi ile Abdullah Öcalan’la görüşmeler başladı ve 2013 nevruzunda ateşkes resmen ilan edildi.

Bu süreci bir yıla yakın gizli tutarak başarıya ulaşmasını sağladık. Barış girişimleri Alemlerin Rabbi inancı ve vicdani olarak insanlık mücadelesine inanan şahsiyetlerin girişimleri genelde sonuç vermektedir. Ben şimdiye kadar barış girişimlerimde genelde hep bu çizgi ile yürümeye çalıştım. Hac ve umre görevini yapan bir insan olarak şimdiye kadar yanlışa karşı hep doğrudan yana mücadele vermeye çalıştım.  2002’de Mardin’de DEHAP’tan Mardin Milletvekili adayı oldum. 2009’da Ak Parti’nin barış girişimlerinde Türkiye’de bir ufuk açtığını gördüm ve tüm sıkıntı ve tehditlere rağmen Ak partiden Kızıltepe Belediye Başkan Adayı oldum. Bu farklı düşünceler vicdani ve objektif düşüncelerimin de göstergesidir.

Barış için çözüm taleplerinde bu önerilerin mutlaka göz önünde bulundurulmasında yarar görüyorum: 1.Ortadoğu’da uluslar arası güçlerin Kürdistan’ın 4 parçası üzerindeki projelerine karşı dikkatli olunmalıdır. Kürt halkının ülkemizdeki coğrafyada olmak üzere büyük çoğunluğunun ne pahasına olursa olsun destekleri kazanılmalıdır.
2.Bu acımasız şiddet ve savaş bir an önce durdurulmalıdır. Yani en azından hava saldırıları ve PKK’nin ülke içindeki silahlı eylemlere son verilmesi sağlanmalıdır.
3.Çözüm süreci tüm Türkiye’yi kapsayacak bir şeklide oluşturulmalıdır.  Aracı heyetlerin tek partiden olması kamu oyu içinde barışın olumlu imajını bir partiye propaganda yapılmasına imkan oluşturmaktadır. Bu girişimler objektif barışa da gölge düşürmektedir.
4.Arabulucu ve barış heyeti iktidar partisi HDP ve Kürt halkı tarafından barış ve demokrasi mücadelesinde samimi olarak tanınan şahsiyetlere yer verilmelidir.

5.İnsan Hakları beyannamesinde yer alan halkların ve azınlıkların demokratik talepleri pazarlık konusu yapılmadan hayata geçirilmeye çalışılmalıdır.
6.Böyle bir barış girişiminin hayata geçirilmesi durumunda bir barış savunucusu olarak bu sürece her nevi desteği vermeye hazır olduğumu belirtmek istiyorum.


Türkçe, Kürtçe ve İngilizce özgeçmişim Google’de Cemil Aydoğan kimdir, arama motorunda bilgilerim mevcuttur. Saygılarımla, 07.08.2015

Cemil AYDOĞAN                                                                         
Mezopotamya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı

E mail: cemilaydogan47@hotmail.com
Adres: Özgürlük meydanı genç Aykut hanı zemin kat no:2 Kızıltepe Mardin

 

torsdag 13 augusti 2015

Mesut Barzani ’çözüm sürecine’ canlılık kazandırabilir

Bir süredir, PKK ile devlet arasında son bulan, ”çözüm süreci” üzerinde, kalıcı barış ve insan hakları çerçevesinde yoğunlaşıyorum. Barzani’lerin bu sürece olan katkılarını anlamaya çalışıyorum. Konuyla ilgili açıklamalar, haberler ve değişik kişiler tarafından yapılan değerlendirmeleri okuyorum, izliyorum. Edindiğim izlenimleri noktalar halinde özetlemek istiyorum:

. Başarısız olduğu söylenilen, ancak birçok olumlu yanı bulunan ’çözüm süreci’ne, Kurdistan Federe Bölgesi Başkanı Mesut Barzani ve Kurdistan Federe Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin yapıcı yaklaşımlarından bahsetmek gerekir. Konu, araştırma ve incelemeye değerdir.

. Çözümün kalıcı olabilmesi için, tarafları temsil edenlerin görüşmesi önemsenmiştir. Bu, devlet yetkililerinin direk olarak PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan ile görüşme önerisiyle, şekil bulmuştur. Siyasi soruna görüşmeler yoluyla çareler üretme, ’Çözüm Süreci’ adı altında startını vermiştir. Her ne kadar bu süreç başarıyla sonuçlanmamış, çatışma ortamı takip etmişse de, bunu, tarihe mal olacak önemli bir sahife olarak kaydetmek gerekir. Bu, aynı zamanda yeni açılan bir sayfa anlamına da gelmektedir. Süreç pratikte şu anlama gelmektedir:

Öcalan, resmi olarak muhatap alınmıştır. Sorun, masaya yatırılmış, taraflara birbirini dinleme fırsatı vermiştir. İstekler not edilmiştir. Siyasi, askeri ve hukuksal sorunlar bilince çıkartılmıştır. Ulusal ve uluslararası kamuoyu gözü önünde cereyan eden bu görüşmeler barış umudu doğurmuş ve  bölge güvenliği açısından da, süreç, destek almıştır. Özellikle Türk kökenli vatandaşlara, şimdiye dek değişik yerlerden yazılıp söylenilerin dışında, beraber yaşadıkları Kürtleri ve Kürt sorununu daha iyi anlama imkanı verilmiştir ve sorunun çözümünün zor ama barışçıl çabalarla, görüşmeler yoluyla çözüm bulunacağı inancını güçlendirmiştir. Kürt siyasi hareketi, soruna barışçıl çözümler üretmek ve görüşmeler yolluyla anlaşma konusunda tecrube sahibi olmuştur. En önemlisi bu süreçte silahlar susmuş ve analar gözyaşı dökmemiştir. İstikrar sağlanmış, askeri ve polis harcamaları azalmış, ekonomi güçlenmiştir.

. Uluslararası alanda, bölge barışı ve güvenliği için, Kurdistan Federe Başkanı Mesut Barzani’nin yapıcı rolü öne çıkmış, bundan dolayı 2011’de bölgedeki istikrar için oynadığı rol ve mülteci akımına insani yaklaşımlarından dolayı kendisine, İtalya’da Nato, Atlantik ödülü verilmiştir.  Bölge hükümetinin, ABD ve AB ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmiştir. Hükümet, komşu ülkelerle, özellikle Türkiye ile ilişkilere, siyasi ve ekonomik anlamda güçlenmesine önem vermiştir. Barzani siyasi partilere dostane yaklaşmış, AKP ve HDP ile olan ilişkilerini geliştirmiştir. Barışçıl tavır, dostluk ve ekonomik işbirliğine dayalı bu ilişkiler, karşılıklı güveni artırmıştır.

. Kurdistan Bölge hükümetine yönelik eleştiriler, ekonominin daha sıkı kontrolü ve kişilerde toplanmış yetkilerin parlamentoya devri konusunda, yoğunlaşmıştır. Burada demokrasi konusunda eksikliklerin olduğu doğrudur. Bu yönlü reformların devam ettiği bölgede, iyleştirmeler konusu, bölge başkanlık seçimlerinin yaklaştığı bugünlerde de tartışılmaktadır. Sorun aşılacağına inanılmaktadır. Ancak bu sorunlar, var olan bir gerçeğin, Kürtlerin bölgede güçlü bir lidere ihtiyaçlarının olduğu gerçeğini gizleyemez. İnsani ve barışçıl yönü güçlü, bölge Kürtleriyle mutlak iletişim ve sorunları bilince çıkarmak için Kürtçe düşünen, ekstrem grupları durduracak, barış ve bölge güvenliği için savaş tecrubesi olan, bölge halklarıyla sorundan çok dostane ilişkiler kurmada yetenekli bir lidere ihtiyaçları var. Bu anlamda, içinde bulunduğumuz koşullarda, Mesut Barzani, bölge başkanlığına yeniden seçimi için, en güçlü isim ve aday olarak öne çıkmaktadır.

. Birkaç gün önce, içlerinde HDP’den yöneticilerinde bulunduğu ve başkanlığını HDP milletvekili Osman Baydemir’in yaptığı bir heyet, Zargeli köyündeki olayı incelemek için Kurdistan bölgesi’ne gitti. Heyet, bölge Başbakanı Neçirvan Barzani tarafından kabul edildi. Bu heyet öncesinde, tanınmış ve önemli Kürt siyasi simalarından Mıhemed Emin Pencıwini’yi de kabul eden Barzani, her iki kabulde, çözüm süresi sonrasında başlayan çatışmalara değinmiştir. Açıklamaların, hem Kürt hemde Türk tarafına da önemli mesajlar verdiğine inanıyorum:

‘Şiddet, durumu daha da karmaşık hale getirmektedir. Taraflar bundan zarar görmektedir. Beklentimiz, her iki tarafın tekrardan masa etrafında toplanması ve soruna barışçıl çözümler getirmeleridir... Tüm gücümle, bu çatışmalı ortamının son bulması , barış sürecinin kaldığı yerden devam etmesi ve tarafların görüşmelere başlaması için, çalışacağım. PKK ve devlet arasında görüşmelerin yeniden başlaması için, her yönüyle yardımcı olmaya, her zaman hazırım.’

. Sürecin son bulması ve çatışma ortamının yeniden başlamasıyla ilgili olarak Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin eleştirisi, her iki tarafa olmuştur. Devlet kadar, PKK’nin de eleştirilmesi gerekliğini dile getirmesi ve bununla, çatışmanın getireceği zararlara dikkat çekmesi, çözüm sürecinde, gelecekte, iki tarafın daha da hasas olmaları açısından önemli. Dolayısıyla bu yaklaşım, yeni sürece saygınlığı artıracağı gibi, tarafların dostane eleştirilere toleranslı ve anlayışla yaklaşmasını sağlayacaktır.

Başkan Mesut Barzani’nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve HDP yönetimiyle olan dostane ilişkileri, AKP’ye ve HDP’yi ikna edebilme metodu, ABD ve EU ülkeleriyle olan olumlu ilişkileri, Kürtler arasındaki saygınlığı ve son açıklamasıyla konuya tarafsız yaklaşımı, bu sorununun barışçıl yollarla çözümünde yardımcı olabileceği düşüncesini güçlendirmektedir.

Sonuç olarak, barış için çözüm sürecinin yeniden başlaması şart. Bölge barışı, bölgedeki diğer kültür ve inançlara da(Suryani, Ermeni, Ezdi...) özgürlükler getirecektir. Birileri bu sürecin, kaos ortamı oluşmadan ve olaylar kontrolden çıkmadan önce, başlaması için yardımcı olması gerekiyor.

Bu konuda çok yazıldı. Öneriler  konuşuldu. Açıklamalar yapıldı. Kurumlar düşüncelerini paylaştı. Ancak kimlerin PKK ve devleti birbirine yakınlaştırabileceği sorusuna cevap, tam olarak verilmiş değil. Bence, Kurdistan Federe Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, yeni bir startın verilmesi, tertemiz bir sahifenin açılması ve çözüm sürecine yeniden başlanılması konusunda, barışa giden kapının anahtarı olabilir. Barışçıl ve yumuşak yaklaşımı ile, uluslararası gözlemcilerin sıfatlarını kendinde barındıran, gerektiğinde her iki tarafı olumlu bir uslüp ile uyaracak, sürecin başarılı olması için gönülden çalışacak, her iki tarafın güvenebileceği bir isimdir,  Mesut Barzani. Bölge Başbakanı Neçirvan Barzani de, Mesut Barzani’nin taraflarla atacağı temelin sağlam oturması için, çok yönlü katkılar sunabilir.

Tabi, Barzani’nin bu görevi üstlenip üstlenmeme konusu, kendisinin özgür irade ve kararına kalmış bir şey. Önemli olan husus, tarafların buna hazır olması, PKK ve devletin bu konuda, Başkan Barzani’ye güvence vermesidir, diye düşünüyorum. 13 Ağustos 2015

Zarathustra Gabar Çiyan
Gazeteci-Yazar/ Tigris Gazetesi köşe yazarı
EuroKurd News-İnsan hakları dökümentasyon ofisi kordinatörü
Stockholm