Sur Belediyesi
eski başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, Ağustos başlarında, verilen kararla,
bir daha, tutuklanarak cezaevine konuldu. Suçunu bilmiyoruz. İddialar ve konut
sorunuyla bağlantılı şüpheler var. Yani,
iddia ve şüphelerden dolayı tutuklu.
Aslında Demirbaş
hakkındaki, “iddia ve şüpheler” yeni değil. 2009’da da tutuklanmıştı. O zamanda
”iddia ve şüpheler” vardı. Çok
dil ve kültürlülük konusunda uzman, toplumda huzur, barış ve gelişiminde olumlu
rol oynayan değerli aydın ve siyasetçilerin, iddia ve şüphelerle tutuklanması
ve tutuklu kalması acı vericidir.
Abdullah Demirbaş
Hoca, uzun zamandır hasta. ‘Ven Tromboz’ hastalığı hayli ilerlemiş durumdadır.
Bu türden hastalıkların tedavisi, hastanede ve konuda uzman hekimlerin
gözetiminde mümkündür. Demirbaş’ın sağlık durumunu, tutuklanmasına karar veren
merci, adalet ve insan haklarıyla yetkili hükümet üyelerinin bildiğini
düşünüyorum.
2009 yılında
tutuklanması sonrasında, cezaevinde sağlığı bozulmuş, hastaneye kaldırılmıştı.
Geçici tedavilerle tutukluluk hali devam edince, Demirbaş’ın durumu hepten
bozulmuştu. İç hukuk ve insan hakları sözleşmelerinin, tedavisi içerde mümkün
olmayan tutuklu ve mahkumlar konusundaki insani yaklaşım, malesef o zaman
yetkili makamlarca dikkate alınmadığı için, olay, yurt içinde ve dışında
tepkiye neden olmuştu.
Abdullah
Demirbaş’ın serbest bırakılıp, tedavisinin hastanede yapılması için, yurt
içinde ve yurt dışında kampanyalar başladı. Konunun ciddiyetinden haberdar
edilmesi ve gerekenin yapılması için, zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve
Adalet Bakanına yazıldı. Avrupa’da kurulan, Abdullah Demirbaş’la dayanışma
komitesi, üyesi ve insan haklarıyla yakından ilgilenen birisi olarak, bu kampanyayı
yürütenlerden birisiydim. O zaman Amed’e (Diyarbekir) gittim ve avukatıyla
görüştüm. Doktor raporlarını toparladım. Hastalığı, bulunduğu durumu ve
hukuksal sorunu konusunda bir rapor hazırladım. Bunu, dayanışma komitesi, 4
dile çevirdi. Rapor, ulusal ve uluslararası dayanışma ile, AB’nin insan
haklarıyla ilgili bölüm ve çalışanlarına, AB ülkeleri meclis dış ilişkiler
komisyon üyelerine, insan hakları örgütlerine ve insan sağlığı ciddiye alan
insani örgütlerin ilgili kişilerine, birinci elden ulaştırmasında, rol aldım. Abdullah
Demirbaş’ın serbest bırakılıp, hastanede tedavi edilme istemi konusundaki
kampaya çok önemli örgüt ve şahsiyetler imza koydu. Kampanya yurt içinde ve
dışında büyüdü.
Renkli kültürel
kişilikleriyle politika yapan insanlarımızın, hukuktan çok, siyasi düşünceleri
ve çalışmalarından dolayı zaman zaman tutuklanmaları ve ceza istemi, günümüzde
anlayışla karşılanacak bir durum değildir. Üstelik çok hasta olan birisinin,
ısrarla içerde tutulup, ölümüne göz yumulması hoş karşılanacak bir olay olmasa
gerek. Bu tür konularda, biz insan hakları çalışanlarının, destek isteyip, sığınacağı
tek yer, kanun ve anlaşmalardan çok, insan güzeliğinin saklı olduğu, kalbi ve
vijdani, olmaktadır.
O zaman Abdullah
Demirbaş’ın konusu, kamuoyunun ve cumhurbaşkanı, başbakan ve adalet bakanı makamının
da duyarlı olmasıyla çözüme kavuşmuş, Demirbaş 2010 Mayısında serbest kalmıştı.
Serbest
bırakılması ardından Diyarbekir’e, insan hakları ihlalerini yerinde görmek için
değil, bu sefer sevincimizi, verilen adaletli kararı, Abdullah Demirbaş’ın
makamında, Sur belediyesi’nde bana ikram ettiği çay ile, kendisiyle paylaştım.
Sağlığını sordum. İsveç’li doktorlardan birisi, hastalığı konusunda
çalışmaların olduğunu, Demirbaş’ın, İsveç’e ziyeret edeceği bir zamanda,
muayanehanesine beklediğini söylemişti. Ben de kendisine aktardım. Ancak,
Demirbaş’ın acı gülümsemesini gözlerinden okumak zor değildi. Sonradan
görüştüğüm avukatı, Demirbaş’ın serbest bırakılmasına rağmen, yurt dışına
çıkışının yasaklı olduğunu vurgulamıştı.
İddia ve
şüphelerle, hasta bir vatandaşın tedavisini engeleme, bunu yaşam hakkı üzerinde
görme kabul etmek zordu.
Kampanya,
bırakıldığı yerden tekrar startını verdi. Bu sefer Demirbaş üzerine konulan
yurt dışı yasağının kalkması içindi. Gün boyu çalıştığımız günler oldu.
Demirbaş gibi birçok hasta tutuklu ve mahkum vardı. Bu kampanya bir yanıyla
politik çekişmelere taraf olmadan, ülkedeki demokrasiye katkı sağlamak içindi.
Tutuk ve cezaevlerinde hasta ve tedaviye muhtaç olan kişilerin sağlığını
ciddiye almakta hedeflenmişti. Ceza kesilen insanlarımıza, ikinci defa ceza
biçilmesine karşı idi. Kampanya büyüdükçe büyüdü. Cezaevindeki hasta tutuklular
için, sınır ötesi, ideoloji ve inançlar dayanışması yaratıldı.
Mart 2012’de
Abdullah Demirbaş üzerindeki yasak kaldırıldı. Demokrasi kazanmıştı. Kalbindeki
insani duygu ve vijdani sesi dinleyenler, buna katkı sunanlar kazanmıştı. Bu
insani çığlığa kulak veren her kes, tüm insanlar ve doğru karar veren yetkili
makamlar kazanmıştı.
Evet dostlar,
Abdullah Demirbaş malesef yine cezaevine konuldu. Hastanede tedaviye muhtaç, bir
şahsiyet, yine idia ve suçlamalarla dört duvar arasına tıkıldı. Bu ülke
tarihinde bir türlü son bulmayan ve sonu gelmeyen en hüzün verici yanı, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ve Sur Belediyesi eski Başkanı Abdullah Demirbaş gibi
şahsiyetlerin içinde bulunduğu, dil, kültür, sanat ve edebiyatla ilgilenen
birçok politikacı hakkında, iddia ve kalıpsal şüphelerle, tutuklama kararları
verilmesidir. Cezaevine konulmasıdır. Sürgünde yaşamını yitirenler, bu
uygulamanın, en acı ve hüzün veren tarafı olmaktadır.
Çok kültür ve
inançların olduğu bu topraklarda yaşayanlara daha çok özgürlükler için çalışan
ve toplumsal barış için hizmet eden politikacılar üzerindeki baskılar son
bulmalıdır. Hukuksal suçlama, modern ölçüleri esas almalıdır.
Bu anlamda,
iddialar üzerine tutuklanan Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılması önem arz
etmektedir. 21 Eylül 2015
Zarathustra Gabar Çiyan
Kordinatör
Eurokurd News- İnsan Hakları Dökümentasyon Ofisi
Kordinatör
Eurokurd News- İnsan Hakları Dökümentasyon Ofisi
Inga kommentarer:
Skicka en kommentar