måndag 21 september 2015

Abdullah Demirbaş’ın tutuklanması acı vericidir

Sur Belediyesi eski başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, Ağustos başlarında, verilen kararla, bir daha, tutuklanarak cezaevine konuldu. Suçunu bilmiyoruz. İddialar ve konut sorunuyla bağlantılı şüpheler var.  Yani, iddia ve şüphelerden dolayı tutuklu.

Aslında Demirbaş hakkındaki, “iddia ve şüpheler” yeni değil. 2009’da da tutuklanmıştı. O zamanda iddia ve şüpheler” vardı. Çok dil ve kültürlülük konusunda uzman, toplumda huzur, barış ve gelişiminde olumlu rol oynayan değerli aydın ve siyasetçilerin, iddia ve şüphelerle tutuklanması ve tutuklu kalması acı vericidir.

Abdullah Demirbaş Hoca, uzun zamandır hasta. ‘Ven Tromboz’ hastalığı hayli ilerlemiş durumdadır. Bu türden hastalıkların tedavisi, hastanede ve konuda uzman hekimlerin gözetiminde mümkündür. Demirbaş’ın sağlık durumunu, tutuklanmasına karar veren merci, adalet ve insan haklarıyla yetkili hükümet üyelerinin bildiğini düşünüyorum.

2009 yılında tutuklanması sonrasında, cezaevinde sağlığı bozulmuş, hastaneye kaldırılmıştı. Geçici tedavilerle tutukluluk hali devam edince, Demirbaş’ın durumu hepten bozulmuştu. İç hukuk ve insan hakları sözleşmelerinin, tedavisi içerde mümkün olmayan tutuklu ve mahkumlar konusundaki insani yaklaşım, malesef o zaman yetkili makamlarca dikkate alınmadığı için, olay, yurt içinde ve dışında tepkiye neden olmuştu.

Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılıp, tedavisinin hastanede yapılması için, yurt içinde ve yurt dışında kampanyalar başladı. Konunun ciddiyetinden haberdar edilmesi ve gerekenin yapılması için, zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Adalet Bakanına yazıldı. Avrupa’da kurulan, Abdullah Demirbaş’la dayanışma komitesi, üyesi ve insan haklarıyla yakından ilgilenen birisi olarak, bu kampanyayı yürütenlerden birisiydim. O zaman Amed’e (Diyarbekir) gittim ve avukatıyla görüştüm. Doktor raporlarını toparladım. Hastalığı, bulunduğu durumu ve hukuksal sorunu konusunda bir rapor hazırladım. Bunu, dayanışma komitesi, 4 dile çevirdi. Rapor, ulusal ve uluslararası dayanışma ile, AB’nin insan haklarıyla ilgili bölüm ve çalışanlarına, AB ülkeleri meclis dış ilişkiler komisyon üyelerine, insan hakları örgütlerine ve insan sağlığı ciddiye alan insani örgütlerin ilgili kişilerine, birinci elden ulaştırmasında, rol aldım. Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılıp, hastanede tedavi edilme istemi konusundaki kampaya çok önemli örgüt ve şahsiyetler imza koydu. Kampanya yurt içinde ve dışında büyüdü.

Renkli kültürel kişilikleriyle politika yapan insanlarımızın, hukuktan çok, siyasi düşünceleri ve çalışmalarından dolayı zaman zaman tutuklanmaları ve ceza istemi, günümüzde anlayışla karşılanacak bir durum değildir. Üstelik çok hasta olan birisinin, ısrarla içerde tutulup, ölümüne göz yumulması hoş karşılanacak bir olay olmasa gerek. Bu tür konularda, biz insan hakları çalışanlarının, destek isteyip, sığınacağı tek yer, kanun ve anlaşmalardan çok, insan güzeliğinin saklı olduğu, kalbi ve vijdani, olmaktadır.

O zaman Abdullah Demirbaş’ın konusu, kamuoyunun ve cumhurbaşkanı, başbakan ve adalet bakanı makamının da duyarlı olmasıyla çözüme kavuşmuş, Demirbaş 2010 Mayısında serbest kalmıştı.

Serbest bırakılması ardından Diyarbekir’e, insan hakları ihlalerini yerinde görmek için değil, bu sefer sevincimizi, verilen adaletli kararı, Abdullah Demirbaş’ın makamında, Sur belediyesi’nde bana ikram ettiği çay ile, kendisiyle paylaştım. Sağlığını sordum. İsveç’li doktorlardan birisi, hastalığı konusunda çalışmaların olduğunu, Demirbaş’ın, İsveç’e ziyeret edeceği bir zamanda, muayanehanesine beklediğini söylemişti. Ben de kendisine aktardım. Ancak, Demirbaş’ın acı gülümsemesini gözlerinden okumak zor değildi. Sonradan görüştüğüm avukatı, Demirbaş’ın serbest bırakılmasına rağmen, yurt dışına çıkışının yasaklı olduğunu vurgulamıştı.

İddia ve şüphelerle, hasta bir vatandaşın tedavisini engeleme, bunu yaşam hakkı üzerinde görme kabul etmek zordu.

Kampanya, bırakıldığı yerden tekrar startını verdi. Bu sefer Demirbaş üzerine konulan yurt dışı yasağının kalkması içindi. Gün boyu çalıştığımız günler oldu. Demirbaş gibi birçok hasta tutuklu ve mahkum vardı. Bu kampanya bir yanıyla politik çekişmelere taraf olmadan, ülkedeki demokrasiye katkı sağlamak içindi. Tutuk ve cezaevlerinde hasta ve tedaviye muhtaç olan kişilerin sağlığını ciddiye almakta hedeflenmişti. Ceza kesilen insanlarımıza, ikinci defa ceza biçilmesine karşı idi. Kampanya büyüdükçe büyüdü. Cezaevindeki hasta tutuklular için, sınır ötesi, ideoloji ve inançlar dayanışması yaratıldı.

Mart 2012’de Abdullah Demirbaş üzerindeki yasak kaldırıldı. Demokrasi kazanmıştı. Kalbindeki insani duygu ve vijdani sesi dinleyenler, buna katkı sunanlar kazanmıştı. Bu insani çığlığa kulak veren her kes, tüm insanlar ve doğru karar veren yetkili makamlar kazanmıştı.

Evet dostlar, Abdullah Demirbaş malesef yine cezaevine konuldu. Hastanede tedaviye muhtaç, bir şahsiyet, yine idia ve suçlamalarla dört duvar arasına tıkıldı. Bu ülke tarihinde bir türlü son bulmayan ve sonu gelmeyen en hüzün verici yanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Sur Belediyesi eski Başkanı Abdullah Demirbaş gibi şahsiyetlerin içinde bulunduğu, dil, kültür, sanat ve edebiyatla ilgilenen birçok politikacı hakkında, iddia ve kalıpsal şüphelerle, tutuklama kararları verilmesidir. Cezaevine konulmasıdır. Sürgünde yaşamını yitirenler, bu uygulamanın, en acı ve hüzün veren tarafı olmaktadır.

Çok kültür ve inançların olduğu bu topraklarda yaşayanlara daha çok özgürlükler için çalışan ve toplumsal barış için hizmet eden politikacılar üzerindeki baskılar son bulmalıdır. Hukuksal suçlama, modern ölçüleri esas almalıdır.

Bu anlamda, iddialar üzerine tutuklanan Abdullah Demirbaş’ın serbest bırakılması önem arz etmektedir. 21 Eylül 2015

Zarathustra Gabar Çiyan
Kordinatör
Eurokurd News- İnsan Hakları Dökümentasyon Ofisi 



Inga kommentarer:

Skicka en kommentar