Sabri Atman aktif bir insan hakları çalışanı, tanınmış bir yazar. İnsan
hakları ve soykırım konusunda uzman. Süryanilerin soykırım karşıtı insan
hakları örgütü olan Seyfo Center’in yönetim kurulu başkanlığını yapıyor. Sayın
Atman ile bugünlerde sıkça konuşulan soykırım konusunu masaya yatırdık. Yapılan
söyleşi esnasında, bir başka gazeteci arkadaşın iki sorusuna da cevap verdi
Atman. O soruları kırmızı renkle işaretliyorum. Söyleşiyi sizinle paylaşıyoruz.
Gabar
Çiyan: Seyfo kelimesi neyi ifade ediyor ve Seyfo Center nedir, ne zaman
kuruldu, hangi ülkelerde örgütlü, amaçları nelerdir?
Sabri
Atman: Soykırım sözcüğünün ingilizcedeki karşılığı olan
‘genocide’ kavramını sosyal bilimler literatürüne sokan Polonya asıllı ve
yahudi olan Rafael Lemkin’dir. Eski Yunanca genos (ırk, kabile, köken) ve
Latince dilindeki –cide (kes, öldür) sözcüklerinden türemiştir.
Ancak
soykırıma uğrayan bir çok halk grubu, uğradıkları acıları tarif etmek için
kendi dillerinde soykırım anlamını veren benzer kavramlar kullanmaktadırlar.
Örneğin
Yahudiler ibranice dilinde ‘Shoah’ deyimini kullanırlar. Trajedi veya felaket
anlamına gelmektedir. Ermeniler ise Batı Ermenice şivesinde ’Medz Yeghern’
değimini kullanırlar. ’Büyük suç’ anlamına gelmektedir, bunu ’büyük kaza’
olarak okuyanlar da var.
Rwanda’da
soykırıma uğrayan Tutsi’ler ise kendi dillerinde ’Machete’ veya ’Panga’
deyimini kullanırlar. Bu, bıçakla kılıç arasında keskin bir alettir. Genellikle
çalıları ve kamışları kesmek için kulanılır.
Süryaniler
ise uğradığımız soykırıma kendi dilimizde birden fazla kullandığımız sözcük
vardır. Batı Süryanice dilinde ’Ferman’, ’Kafle’ ve ’Seyfo’ deyimlerini
kullanırız. Birinci sözcük
‘yukardan gelen emir’ anlamında kullanılır ve Kürtçe dilinde de ‘Fermane
fılaha’ yani ’Hristiyanların Fermanı’ anlamında kullanılması yaygındır. ’Kafle’
sözcüğü ise, topluluğu, toplu halde zorunlu göçe, daha doğrusu ölüme gönderilen
insanların konvoylarını tarif eder.
Uğradığımız soykırımı tarif anlamında en çok kullandığımız sözcük ise,
SEYFO’dur. Kelime olarak Süryanice dilinde ’’Kılıç’’ anlamına geliyor.
1914-1915 yıllarında kılıçtan geçirildiğimiz için uğradığımız soykırıma Batı
Süryanice dilinde SEYFO ve doğu süryanice de ise ’SEPA’ deyimini sembolize
olarak kullanırız.
Süryani
Soykırım Araştırmalar Merkezi Seyfo Center, 2004 yılında kuruldu. Amacı, inkar
edilen ve unutturulmak istenen Süryani Soykırımı Seyfo’yu unutturmamaktır!
Seyfo Center’in Almanya, Hollanda, Belçika ve İsveç olmak üzere Amerika’da
şubeleri var. Aynı zamanda Avustralya, Yeni Zelanda olmak üzere dünyanın daha
bir çok ülkesinde faaliyetleri mevcuttur. Şubelerimizin olmadığı ülkelerde
halkımızın diğer var olan kurumları aracılığıyla faaliyetlerimizi yürütüyoruz.
Halkımızın ezici bir çoğunluğunun desteğine sahibiz. Amerika ve Avrupa’nın bazı
Üniversiteleri olmak üzere, Ermeni Soykırım Müzesi ve İsrael’deki Holocaust ve
Soykırım Enstitüsü gibi kurumlarla ilişkilerimiz var ve bunların
tecrübelerinden yararlanıyoruz.
Seyfo
Center, ezilen halkların ortak mücadelesine inandığı içindir ki, Ermeni, Rum,
Alevi, Türk ve Kürt ilerici ve demokratlarıyla yakın ilişkileri var ve bu
ilişkileri daha da geliştirmek arzusundadır. Çünkü soykırım olayı sözü edilen
bütün bu kesimleri yakından ilgilendirmektedir.
Gabar
Çiyan: Süryani (Seyfo) Soykırımına, devlet güçlerinin yanısıra, gerici
Kürtlerin de rolünden bahsediliyor. Bu konuda, Kürt aydınının kendi tarihini
eleştirme sürecinin başladığına dair işaretler var. Sizin, bu konu üzerinde
yüksek lisans yapmaya başladığınızı biliyoruz. Seyfo Center'in Kürt aydını ve
siyasi partilerinden bekledikleri nelerdir?
Sabri
Atman : Evet!
1915 Soykırımı dönemin İttihat ve Terakki Partisi tarafından, planlı, programlı
ve sistematik bir şekilde gerçekleştirildi. Amaç, Türkiye’nin Türkleştirilmesi
yani homojenleştiril-mesiydi. Bu bir anlamda başarıldı da. Sayıları milyonlarca
olan Ermeni, Rum ve Süryani’den topu topu sadece 72 bin kişi sağ kaldı
Türkiye’de.
Eldeki
bütün veriler gösteriyor ki, Kürtlere karşı bugün kullanılan silahlı korucu
çeteleri gibi, devletin silahlandırdığı ve finanse ettiği bazı gerici Kürtler
ve bazı Kürt aşiretleri de o dönemde Ermeni ve Süryani Soykırımında kullanıldı.
Ama
bunu söylerken, şunu kalın harflerle ifade etmek isterim: Türk, Kürt, Süryani,
Ermeni, Arap, Alman vs. gibi kavramlar çok dikkatlice kulanılması gereken
kavramlardır. Soykırım, bir halkın bir başka halkı katletmesi değildir.
Soykırımı yapan güçlerin soyadı ne olursa olsun, onlar halklarımızı temsil edemez.
Bu bağlamda, soykırımı yapan iktidarı ve buna iştirak eden Kürtleri ve diğer
güçleri lanetliyoruz. Kürt halkını veya Türk halkını suçlamıyoruz! Her Türk ve
Kürt bireyi de tek tek bireyler olarak bu soykırımdan sorumlu değildir. Ancak
ortada kolektif bir sorumluluk var. 1915 Soykırımı ’Türk ulusu’ adına, ’islam’
dini adına yapıldı. Ermeni ve Süryani malları bir çok bölgede talan edildi. Bu
bağlamda her Türk ve bunda sorumluluk payı olan her Kürt bireyi 1915
Soykırımını kabul etmek ve ettirmekle yükümlüdür.
‘Kürt’
tarafının iştirakı neydi, niye ve nasıl iştirak etti, hangi Türkün veya Kürdün
zenginliği konduğu Ermeni
veya Süryani mallarıdır gibi konular, önümüzdeki dönemde araştırılması gereken
konulardır.
Ermeni
ve Süryaniler sabah kahvaltısı için harcandılar. Kürtler ise öğlen yemeği
olarak planlanmıştı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Birincisi, Ermeni ve
Süryani çocuklarının, aradan 97 sene geçse bile soykırımı yapanlardan hesap
soracağı ve bunu sürekli dünya gündemine getireceği hesaplanmamıştı.
İkincisi,
Kürt halkının ve onun mücadelesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin otuz iki
dişini kıracağı hesap dışı bırakılmıştı. Düne kadar Kürtlerin varlığını inkar
eden herkes, bunu bugün açık bir şekilde telafuz etmek zorunda kalacağı tahmin
edilmemişti.
Soykırımı
inkar eden ‘Türkler’ çıkacağı gibi, bu soykırımda Kürtlerin sorumluluğunu
üstlenmeyen ve bunu inkar eden ‘Kürtler’ de çıkacaktır. Her iki tarafın inkarcılarının
kullanacağı argümanlar birbirine çok benzeyecektir. Bazı Kürt aydınları, bu iş tek
başına Türk devletine yöneltildiği zaman memnunluk duyacaklardır. Fakat
Kürtlerin sorumluluğu hatırlatılınca, ‘geçmişi kaşımayın’ türü laflar etmekten
kaçınmayacaklardır.
SORU:
Ben böylesi Kürd aydınları tanımıyorum, bunlar hangi Kürd aydınlarıdırlar?
Kurdler
adına, Kurdi menfaatler adına, herhangi silahlı bir Kürd hareketi
Asuri-Suryani-Ermeni halklarina karşı katliam ve talanlarda yer aldılar mı ?
Hangi Kürd hareketi / örgütü? Hangi Kürd aydını Hiristiyan halklara karşı kin
ve savaşı körükledi?
Peki
ÖZ BE ÖZ KÜRD ASILLI / KÜRD OĞULLARI OLAN EZDI İNANCINA SAHIP KÜRDLERE KARŞI
AYNI TÜRK-MÜSLÜMAN ÇETELER TARAFINDAN KATLIAMLAR GERÇEKLESMEDİ MI? Az da olsa
Kurdluk bilinci olan ve ayni katliam makinalarinda gecen bu halk ne zaman
Asuri-Suryani-Ermeni halklarına karşı hangi katliamlarda yer aldılar?
Sizce
Kürdlerin kendileri de kırım ve katliamlara uğramadı mı? 1925–1938 yılları
arasında bugünkü Kurdistan cografyasında bir çok isyanlar ve katliamlar
yaşandi: Bir araştırmacı olarak, aynı coğrafyada 100 yıldır katliamlara uğrayan
Kürdler ve yaşadıkları acıları konusunda neler söyleyebilirsiniz ?
Sabri
Atman: Alabildiğine
geniş ve uzun bir soru. Fakat
son paragraftan hareketle cevap vermeye çalışayım. Elbette, aynı coğrafyada
yaşayan Kürt halkı da çok acı katliamlara ve soykırımlara maruz kaldı. Kürt
halkı da büyük acılar yaşadı ve yaşıyor. Sadece 1925 ve 1938 değil, daha dündü
Uludere’de 37 insan devlet tarafından öldürüldü ve bir özür bile onlara çok
görüldü. Olay unutturulmaya çalışılıyor.
1988 yılında binlerce Kürt
Halepçe’de soykırıma uğratıldı. Bir çok insanın yuvası yıkıldı. Ufak çocuğunu
göğüsleyen babanın cansız bedeni ve dünya medyasında dolaşan resmi bir çok
insanın beynine ve yüreğine kazındı. Yerde yatanın soyadı veya ulusal kökeni
birey olarak benim için hiç ama hiç önemli olmasa bile, bu resme her baktığımda
göz yaşlarımı tutamam. Yapanlara lanet okurum. Kürt halkının yaşadığı acıyı
yüreğimde paylaşırım.
Hiç kuşkusuz Kürt halkının
tarihinde sayısız katliam vardır. Yüzbinlerce masum Kürt öldürülmüştür. 1925
katliamı olmak üzere 1938 Dersim ve Halebçe’de Kürt halkının yaşadığı acıları
paylaşmak ve yapanları lanetlemek için araştırmacı veya yazar -çizer olmaya hiç
gerek yok. Asgari bir
insani duruşa sahip olmak yeterlidir. Bir insan olarak, soykırım yaşamış bir
halkın ferdi olarak, insanlığa bu tür acıları yaşatanlara değil bir defa; yüz
bin defa lanet okuyorum. Lanet okumak, yeterli mi diye sorulabilir. Değildir
tabi, fakat geçmiş katliamlar ve yaşatılan acılar yeterince lanetlenmeli ki,
başka birileri geçmişten cesaret alıp benzer acıları yaşatmaya kalkışmasın.
Halepçe soykırımında, ufacık çocuğuyla, cansız bir şekilde yerde yatan baba ve
oğulun heykeli dikilmeli ve bu heykel gelecek kuşaklara ders olmalıdır.
Sorunuzun öteki yanına
gelince: ’Böylesi Kürt aydınlarını tanımıyorum’, diyorsunuz. Oysa ben şunu iddia ediyorum: 1915’te Süryani ve Ermenilere yapılan
soykırımda Kürt rolünün de olduğunu ve bir çok Kürt aşiretinin bu uğursuz
katliamda kullanıldığını düşünüyor ve söylüyorum. 1915 Soykırımında Kürt tarafının da
rolü var ve bu olay örtbas edilmemeli, tam tersine açık bir şekilde incelenmeli
dendiği zaman, buna tepkisel olarak gelen, ‘ama Ermeniler Kürtlere falan yerde
şunu yaptı’, ‘Süryaniler de Kürtlere karşı….’, gibi ’ama’lı ve gerekçeli
yaklaşımı kişi olarak bir çok Kürt sitesinde okuyucu mektupları ve yazıları
olarak kısa bir süre önce takip ettim. Konuştuğum bazı Kürt dostlarımın da
benzer bir eğilimi, yani ‘1915 Soykırımında Kürt rolünü’’ bilinçli bir şekilde
gündeme taşımama veya bunun önünü kesmeyi tercih ettiklerini gözlemledim. Bu
tercih bilerek yapılan bir tercihtir. Bazı Kürt aydınları teriminden bunları
kastettim. Örnek bir isim veya isimler mi istiyorsunuz? Biraz sonra size bunu
birlikte tespit etme önerim olacak. Fakat şimdilik şunları aktarayım:
Bundan bir süre önce,
sevdiğim ve saygı duyduğum gazeteci bir arkadaş olan Fırat Aygün benimle
Stockholm’da bir söyleşi yapmıştı. Buradaki
benzer konuyu çok hafif bir şekilde işlemiştim. Söyleşi, Rızgari sitesinde
yayınlanmadı. Gerekçe neydi? Elbette ‘yazılı’ bir cevap ve gerekçe vermediler,
vermezler. Fakat Aygün arkadaştan çok açık bir şekilde olmasa da yanıtımı
almıştım. Bunun sınırı vardı ve bunun sınırı ‘Kürtlere dokunmayacaktı’! Konu bu
kadar açıktır.
Önerime gelince: Benimle
yaptığınız bu söyleşiden hareket edelim. Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki
Partisi’nin hristiyan olan Ermeni ve Süryanilere Soykırım örgütlediği ve
gerçekleştirdiği tartışma konusu yapılmamalı. Bu soykırımda ‘Kürtlerin rolü
neydi?’ sorusu sorulsun ve tartışma konusu yapılsın. Arkasından, Abdulhamit
tarafından kurulan Hamidiye Alayları neyin karşılığında ve kime karşı
kurdurulmuştu? Bunun da arkasından şöyle bir soruyu gündeme getirilsin: 1915
Soykırımı döneminde Hamidiye Alayları dağıtılmıştı, fakat yerine geçen Süvari
Birlikleri de Kürtler’den oluşuyordu. Bunların öldürdüklerinin bilançosu
çıkarılsın ve talan ettikleri Ermeni ve Süryani malları araştırılsın.
Son olarak şunu söylemeliyim:
1915’lerde Van, Siirt, Bitlis, Muş, Urfa, Omid, Viranşehir, Hakkari ve bügün
Kürtlerin yaşadığı başka bir çok şehirde Ermeniler ve Süryaniler yaşıyordu,
fakat bugün bu insanlar yoklar. ‘Birileri’ tarafından yok edildiler. Peki, ya onların
mallarına ve mülklerine ne oldu, evlerinde kimler oturuyor, diye sorun? Bu soruların arkasından gelecek
tepkilerdendir benim ‘bazı Kürt aydınları’ndan kastım.
Kürt aydını Berzan Boti, ‘ben
sadece özür değil ama aynı zamanda benim olmayan mülkü de esas sahiplerine iade
ediyorum’, diyerek onurlu bir davranış sergiledi. Bu onurlu davranışı sayın Ahmet Türk
olmak üzere bir çok tanınmış Kürt ve aydını da göstermelidir, kanaatindeyim.
Söylediklerime ilave olarak,
ilginçtir, bir süre önce faaliyetlerimizin yansıdığı bazı Kürt site
yöneticileriyle konuşmuştum. En çok eleştiriyi kendi Kürt okuyucularından
alıyorlarmış. Birincisi, soykırım olayı gündemi fazla kaplıyormuş. İkincisi,
ise ‘biz Kürtler’ suçlanıyormuşuz!
SORU:
Lütfen, bunlar hangi sitelerdir?
Sabri
Atman: Süryani
ve Ermeni soykırımı konusunda ‘bazı Kürt’lerden’ gelen tepkiler konusunu lütfen
siz de Nasname ve Gelawej site yöneticilerine sorabilirsiniz ki, konuyu dahada
öğrenmek açısından belki de başvurulacak başka sitelerde vardır .
Bence Kürt hareketi dinamik
bir harekettir. Kürt aydınlarının bu konudaki tavrı Türk devletini ve soykırımı
inkar eden bütün güçleri ters köşeye yatırabilir. Soykırımdan kalma mülkünü
teslim eden ve soykırımdan dolayı özür dileyen Kürt aydını Sayın Berzan Boti olmak
üzere, Omid (Amed) Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir’in duruşları ayakta
alkışlanacak duruşlardır. Bundan kısa bir süre önce Diyarbakır’da bir konferans
gerçekleşmişti. Bu konferansta bir konuşma yapan sayın Baydemir aynen şunları
söylemişti: ‘‘ … açık ve net soylüyorum, biz her bir insan, kendi ailemizle,
ailemizin geçmişiyle, mensubu olduğumuz kültür ve kültürün geçmişiyle, mensubu
olduğumuz halk ve o halkın geçmişiyle övünmek isteriz ve övünmek de en doğal
hakkımızdır. Ama halkımızın geçmişinde, tarihinde karanlık sayfalar varsa,
iğrençlikler varsa, açık söylüyorum alçaklıklar varsa onu reddetmek, o günaha
ortak olmamak bizim ahlaki, vicdani ve siyasetçiysek siyasetçi görevimizdir….’’
Sayın Baydemir’in duruşu,
halklarımız arasındaki dostluk için bir köprüdür. Elbette bu duruşa sahip olan
tek başına kendisi değildir. Sayın Ahmet Tan’ın Meclisteki Ermeni ve Süryani
Soykırımı konusunda konuşması hatırlardadır. Kürt aydını ve yazar sayın Recep
Maraşlı’nın çalışması ve yazılarılar bizleri alabildiğine aydınlatıyor. Orhan
Miroğlu’nun yayınladığı çok değerli yazı ve kitapları vardır. Bu örnekleri
elbette daha da çoğaltmak mümkündür. Bunların hepsini yürekten alkışlıyoruz.
Sayın Baydemir’in kafasına
atılan taşların ve zorluklarının farkındayız. Fakat bütün bu zorlukları
göğüsleyebileceğine olan inancımızdan dolayı, bundan bir müddet önce Diyarbakır
Belediyesi’nden bir anıt talebimiz oldu. Öyle inanıyoruz ki, bu anıtın
dikilmesi soykırımı inkar eden bütün güçlere bir cevap olacaktır. Sydney’de,
Yerevan’da, Stockholm’da, New York’ta anıt dikiliyor da, niye soykırımın
gerçekleştiği bölgelerden biri olan Diyarbakır’da dikilmesin?
Gabar Çiyan: Türkiye’nin Seyfo Soykırımı konusundaki
yaklaşımı ne? Seyfo Center’in devlet nezdinde bir girişimi bekleniyor mu? Konunun
Türk ilerici ve demokrat kesimince tartışmaya açılması süreci başladı mı? Seyfo
center in bu konudaki çalışmaları neler?
Sabri Atman: Türkiye’de dışarının başta olmak üzere
cılız da olsa iç dinamikler nedeniyle soykırım sözcüğü geçmiş yıllara göre daha
fazla teleffuz edilmeye başlandı. Tarihi objektif bir şekilde irdeleyen ve
soykırımın varlığını işleyen kitaplar da çıkmaya başladı. Fakat devletin ve
AKP’nin inkara devam etmekten öte bir politikası yok. En son devlet desteğinde
İstanbul’da Hocalı katliamını protesto adı altında ırkçı sloganlarla donatılmış
bir miting düzenlendi. Devletin
politikası budur. Bu yüzden demokratik güçlerin ve bizlerin katedeceğimiz daha
uzun bir yolumuz var.
Önümüzdeki süreçte Türkiye ve
yöneticileri soykırım gibi ağır bir yükü taşıyacak ve eskisinden daha fazla
zorlanacaklardır. Soykırımda öldürülenlerin torunları olarak bunların rahatını
bozacağız. Bu böyle bilinsin! Bunların, Sayın Baydemir’in dediği gibi geçmişteki
‘alçaklığı’ reddetmekten başka bir seçenekleri yoktur.
Gabar Çiyan: Süryani (Seyfo) Soykırımının resmi olarak
tanınmasında Ermenistan’ın tutumu ne? Bu soykırımın Ermenistan tarafından
tanınması için Seyfo Center’in planlanmış çalışmaları var mı? En son Ermenistan
Parlamentosu’nda red edilen Süryani Soykırımı yasa tasarısına yönelik
düşüncelerinizi merak ediyordum. Nasıl bir karar bekliyordunuz?
Beklentilerinizin gerçekleştirilmesi için Merkez’inizin çalışmaları hangi yöne
kayacak?
Sabri Atman: Seyfo Center’in başkanı olarak, daha önce
Ermeni Soykırım Müzesi tarafından Ermenistan’a davet edilmiştim. Süryani
Soykırımının bügüne kadar Ermenistan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmediğini
ve bunun önemli bir eksiklik olduğunu dile getirmiştim. Bir çok temsilciyle
ilişkilerim oldu.
Yasanın rededilmesine
gelince, genel olarak bir yasanın parlamentodan geçmesi için, bunun
hazırlığının yeterince yapılması, zamanlamasının çok iyi tespit edilmesi
gereklidir. Sözünü ettiğim hazırlığın ve zamanlamanın yapılıp yapılmadığıni
bilmiyorum. Herşeye rağmen karar üzücü bir karardır. Bu tür bir kararın
alınmasında ne tür siyasi ve ekonomik kaygıların gözönüne alındığı konusunda
yeterince fikir sahibi değilim. Kabul edilemez bir karardır.
Çünkü Ermenistan halkının
ve Ermenistan Devletinin Süryani Soykırımını kabul etmesi, hem ahlaki hem de
siyasi sorumluluğudur. Bütün dünyadan Ermeni halkının yaşadığı acıları ve
soykırımı kabul etmesini isteyeceksin, diğer taraftan da, Süryani soykırımına
hayır diyeceksin, bunu inkar edeceksin. Bu anlaşılabir ve kabul edilebilir bir
tavır değildir. Böylesi bir tavrın ve inkarın devamı Ermenistan Cumhuriyeti'ne
ve halkının mücadelesine ve inandırıcılığına zarar verir.
25 Nisan tarihinde
Yerevan’da ilk Süryani Soykırım anıtı dikilecektir. Seyfo Center’i temsilen
davetliyim ve yapacağım konuşmada Ermenistan’ın Süryani Soykırımı Seyfo ‘yu
kabul etmesini talep edeceğim. Ermenistan
Meclis Başkanı olmak üzere bir çok temsilciyle Süryani Soykırımı Seyfo’nun
kabul edilmesi için görüşmelerim olacak.
Ezilen halkların birlikte
mücadelesinden yanayız. Bu yöndeki stratejimizde de hiç bir zaman değişiklik
olmayacaktır. Amerika, Avustralya ve Avrupa’da bir çok Ermeni dostun bize gelen
üzüntüleri ve dilekleri var. Bunlara büyük değer veriyoruz.
Strateji değişikliği değil,
fakat Ermenistan Cumhuriyeti’nin dikatine ve kendilerine sesimizi duyurmak için
Seyfo Center olarak önümüzdeki haftalarda internet üzerinden herkesin
katılabileceği bir şekilde ‘’Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyeti Süryani
Soykırımını Kabul Etmelidir!’’ şeklinde büyük bir kampanya yürüteceğiz.
Sonuç olarak, önümüzdeki
dönemde Ermenistan Cumhuriyeti'nin mutlaka ama mutlaka Süryani Soykrımını kabul
edeceğine inanıyorum. Mücadelemiz ve ilişkilerimiz de bu yönde devam edecektir.