fredag 19 oktober 2012

Suriye Muhalafeti: Gayri insani uygulamaları ve ölümler



İnsan Hakları izleme Örgütü, ‘Human Rights Watch-HRW’ kısa bir süre önce ‘Suriye: Muhalefet işkence ve infazlara son vermelidir’ başlığı altında bir rapor yayınladı. HRW’nin raporuna göre: Özgür Suriye Ordusu-ÖSO üyeleri, rejim karşıtı çatışmada, yakalanıp gözaltına alınanların sorgulanması, mahkeme edilmesi ve cezalandırılması hususunda hukuk normlarını göz önünde bulundurmuyor. İşkence uygulanıyor, yargısız ya da kısa yoldan infaz ediliyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Kovalisyonu, ’The Coalition for the International Criminal Court –CICC’ çalışmalarına da katılan, Mezopotamya Enstitüsü yönetim kurulu başkanı, gazeteci-yazar Gabar ÇIYAN’ın konuyla ilgili olarak açıklamasını sunuyoruz.

Savaştaki acımasızlığın önlenilmesi ve savaşta dahi insani yönün unutulmaması hususu, tarih boyunca hem cephedeki komutan ve savaşıların, hemde savaş mağdurlarının dikkatini çekmiştir. Yaşanılmış hikaye ve destanlardan, arkelojik kazılarlan elde edilen tarihi eserler ve bırakılan yazılı belgeler gelecek nesilere, savaşın, gelişen savaş tekniğinin şiddetsel ve kaba yönünü yumuşatılması için, bazı prensiplere uyulmasını tavsiye etmişlerdir. Bu prensipler, günümüzde, savaş suçu, insanlık suçu ve soykırım suçu gibi insalıktan uzak uygulamarın önlenilmesini öngören uluslararası anlaşmaların temelini oluşturmuşlardır...

Yazılı anlaşmalara rağmen, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında az ve sınırlı da olsa bu türden suçları önleyici kanun ve geleneklerin göz önünde bulundurulmamasından dolayı büyük acılar yaşandı. Soykırımlar uygulandı, insanlık ve savaş suçları işlendi.

Örneğin, 1900-1907 e kadar süren Lahey anlaşmalarına katılan birçok Savaş devlet Savaş Suçları üzerinde derinleşmiş, konuyla ilgili karar ve presnipler alınmıştı. Daha sonra sözkonusu bu anlaşmalardan doğan hukuksal haklar, ilk defa İkinci. Dünya Savaşı sonlarına doğru kurulan ünlü Nuremberg mahkemesinde işlevini görecekti. İkinci Dünya Savaşı sonrası, 1948 da imzalanan Cenevre Anlaşması ve ardından gelen ek protokolerle Savaş Suçu ile ilgili düzenlemeler son şeklini alıp yürülüğe girecekti.

Soykırım Suçu, İnsanlı Suçu ve Savaş Suçu ie ilgili davalar, Roma Statüsüyle, 1998 yılı itibariyle tamamıyla Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisine bırakıldı. Savaş Suçu ile ilgili maddeleri iki ana dal altında incelemek mümkün:
1. Koruma altına alınan can ve mala karşı işlenen suçlar: Bilerek öldürme, işkence ve gayri insani muamele, talan ve rehin alma...
2. Savaş ile ilgili bağlayıcı maddelerin ve geleneklerin ihlali ilgili suçlar: Zehirli gaz ve benzer silahların kullanımı, sivil ve savunmasız yerleşim yerlerine karşı yapılan saldırı, savaş esirlerini öldürme ve yaralama, dinsel, tarihsel, bilimsel kurumlara karşı yapılan saldırı...

Bu anlamda yayımlanan ve Suriye rejiminı ve ÖSO’nu eleştiren HRW raporu, çatışma ortamında Suriye muhalif güçler tarafından gözaltına alınanlara karşı yapılan sistematik işkenceyi belgelemektedir. HRW’nin yanısıra diğer insan hakları örgütleri de, gözaltına alınanların, hukuksal hakları dikkate alınmadan yargılanıp, işkence edildıkleri ve bazılarının kısa yoldan infaz edildiklerine dikkat çekmektedirler.

Çatışma esnasında yakalananlara işkence edilmesi, hukuktan yoksun yargılamalarla infaz edilmesi Savaş Suçu kapsamına girdiği biliniyor. İşkencenin ve infaz cezasının sistematik bir şekilde uygulanması İnsanlık Suçu ile ilgili maddelerle yakından alakalıdır. Her iki suça Uluslararası Ceza mahkemsi baktığını hatırlatmada yarar var. Bu anlamda ÖSO üyeleri tarafından işlenilen suç, normların dışına çıkmaktadır, sorun böyle devam ederse, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gelebilme ihtimali giderek güçlenecektir.

Çok açıktır ki, Suriye Muhalafeti, ÖSO ve yerel konsey üyeleri bu gidişatın birinci derecede sorumlusudur. Suriye muhalafeti konuyu kesinlikle ciddiye almalıdır. ÖSO mensuplarının işledikeri suç, insan hakları örgütleri gündemine daha sık gelmeye başalmıştır. HRW açık olarak BM Güvenlik Konseyinden konuyu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşımasını istemektedir. Gerek Suriye rejimi ve gerekse Suriye Muhalefeti gayri insani uygulamalar konusunda kısa süre önce BM Genel sekreterliğince, eleştirdiklerini hatırlatalım. Görüne odur ki, Suriye muhalefetine, başta Türkiye ve ABD olmak üzere, diğer ülkelerce verilen / verilmesi düşünülen desteğin, ‘insan haklarına saygı duyulması şartı’na bağlanılması konusunda, bu ülkelere yönelik baskılar artacaktır..

Bundan sonraki süreçte, Suriye muhalif güçlerine olan tavsiyelerimiz şu: Tutuk evlerinin insan hakları ve diğer uluslararası insani örgütlere açık tutmaları. Suç işleyen kışilere karşı açık ve net tavır alınması, suçlular hakkında soruşturma ve yargı yolunun açılması, insani örgütlerle bağlarının güçlendirilmesidir. Bu konuda önleyici tedbirlerin alınması şart.

Batıdaki Kürt yerel yönetimi’nden sorumlu kişi ve politik güçlere çağrımız şu: Çatışma esnasında gözaltına alınanlara karşı sert metodlar, ne şimdi ne de daha sonra kullanılmamalı. Siyasi güçler, kendi üye ve yandaşlarına karşı ve diğer Kürt siyasi güçlere karşı şiddet kullanmamalı, diyaloga önem verilmelidir. Bölgede, tutuk evlerinin ve insan haklarının gelişimini gözetleyecek bağımsız bir kurum oluşturulmalıdır. Bu kurumda, insan haklarıyla ilgilenen kişiler, hukuçular ve diğer kültürlerin temsilcileri de yer alamalı, yurt dışında temsilcilikleri aracılığıyla uluslarasaı kamuoyu bilgilendirilmelidir.

Demokratik metotlarla diktatörlere ve demokratik olamayan rejimlere karşı mücadele etmek haklı ve analaşılır bir eylem türü olabilir. Ancak mücadele yönteminde silah kullanıldığında, uluslararası hukuk kuralları dikkate alınmalıdır. Hiçbir eylem türü, ne kişiye ne de değişik güçlere başkasına zülum etme hakkını sağlayamaz. Çok acıdır ki, tarih, zülme uğramış kişi, grup ve güçlerin, yönetime geldiklerinde gaddarlıkları ile ilgili örneklerine şahitlik etmektedir. Özellikle mazlum ve acı çekmiş Kürt halkı ve temsilcileri bu hataya düşmemelidir.

Dünya kamuoyu Suriyede olup biteni yakından takip etmektedir. Kürtlerin bölgede barışı temel alarak, kendi kendini yönetmesi ve demokratik yöntemlerin kullanılması önemli. Bu süreçte, insan hakları konusu, Suriye muhalefeti ve Kürt sorumluları tarafından ciddiye alınmalıdır.   

lördag 6 oktober 2012

İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt: ’Kürt Sorunu Türkiye’de çözüm bekleyen ana sorun’



İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’in, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun davetlisi olarak, 14-17 Ekim arasında gerçekleşen Türkiye gezisi sona erdi. Carl Bildt’in gezisinde, eşi, Avrupa Parlementosu milletvekili Anna Maria Corazza da eşlik etmişti.

Bildt, blogundaki yorumunda, basında çıkan haberlerin görünmeyen asıl yüzüne değiniyor ve ’Ankara’ya Suriye konusu için’ gittiğini vurguluyor. ’Avrupa ülkesi’ Türkiye ile yapılacak görüşmelerde, AB’nin Türkiye ile Suriye konusunda ortak politika belirleme konusunu görüşeceğini belirtiyor. ’Oradaki gelişmeleri etkilemeden önce, AB ve Türkiye’nin ortak politika belirlemesi önemli’, diyor Bildt.  ’Görüşmelerimizin sürdüğü anlarda, Arap Birliği Dış işleri Bakanları Kahire’de Suriye’de giderek bozulan durumunu masaya yatıracak’ diye ekliyor. Tabi bu arada Türkiye’nin AB üyeliği de var tartışılacak konular arasında.

Bildt’in, Suriye’nin geleceğiyle ilgili olarak Türkiye ile AB adına görüşmesi, birçok olayın olduğu ve karar aşamasına gelindiği ve stratejilerinin belirlendiği bır döneme rast gelmesi, Türkiye ile ’çok dost ülke Dışişleri Bakanı’ olmasına rağmen, anlaşmalarının hiçte kolay olmayacağını, aşağıdaki noktalar halinde sıralanmış maddelerden anlamak mümkün:

. Kısa süre önce, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pilay Suriye’de öldürülen binlerce sivil insanın yaşamı ve insan hakları ihlaleriyle ilgili endişelerini dile getiriyor, uluslararası topluluğun ortak bir şekilde Suriye halkını koruyacak önlemlere girişmesi gerektiğini söylüyordu.
. BM’de Avrupa’nın öncülük ettiği, protestoculara yönelik baskılar sona ermediği taktirde Suriye’ye karşı önlemlere başvurulması girişimi, Çin ve Rusya tarafından veto edilmişti.
. Arap Birliği Dışişleri Bakanları Suriye konusunda Mısır’ın başkenti Kahire’de olağan üstü toplantısında, Suriyeli muhaliflerle diyaloga girilmesi ve şiddet olaylarının sona erdirilmesi için Suriye’ye süre tanıyordu. 
. Türkiye’nin desteğiyle, İstanbul’da 15 Eylül de tüm muhalif hareketleri bir çatı altında toplandığını ifade eden ’Suriye Ulusal Konseyi’ ilan edilmişti.
. Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika’nın Kuzeyi’nde oynayabileceği roller, güçlerinde hoşgörüsüyle ’liberal islam’ tanımıya buluşması, ’Adelat ve Kalkınma’ ağının değişik yerlerde temelendirme eğilimini beraberinde getirmiştir.
. Kurdistan’ın batısından, PYD hareketinin aktardığı bir iddiaya göre, Türkiye’nin Kürtleri dıştalamak için, Suriye Ulusal Konseyi ile 6 madde üzerinde anlaştığı belirtiliyor. Böylesi bir anlaşma, kısmen de olsa Kürt hareketlerini ilegal zeminde siyaset yapmaya zorlmakta, yarınlarda Kürtlerin rejimle anlaşamıdığı taktirde özerkli istemlerıni ipotek altına almayı ve Türkiye karşıtı siyaset yapan Kürtleri Türkiye’ye teslim etmeyi öngörüyor. Konseyin daha Suriye’de işbaşı yapmadan, Türkiye’nin Kürt Sorunu’na bakışını Süriye’de uygulayacağı anlamına da gelebilmektedir.

Görüldüğü üzere Bildt’in ziyaretineden sonuç alması zor…

Bildt, ilk önce Bodrum’da iniyor. Orada, Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi –EDAM’ın yuvarlak masa toplantısına konuşmacı olarak katılıyor. Edinilen bilgiye göre Bildt, ’Avrupa Mimarisinin Yeniden Şekilendirme’ ve  ’Nato Stratejik Konsepti’ temaları çerçevesinde görüş belirtiliyor.

Bildt, önceden planlanan, Bodrum’da AB Bakanı Egemen Bağış ile yapacağı görüşmeye konsantre olmuş gibi gözüküyor. Görüşmede, AB üyeliği ve Suriye’nin geleceği konusu gündeme geldiği, yorumundan anlamak mümkün. Bildt, Bodrum’dan ayrılırken de gündemindeki ana maddenin etkisinde kalmış olacak ki, Ortadoğu’daki gelişmelere tekrar vurgu yapıyor. ’Kendi sonunu hazırlayan Suriye rejiminin geleceği, bölge için önemli’, diyor. ’Burada Türkiye’nın rolü önemli. Yarın konuyu Ankara’da Davutoğlu’ya bu konuyu görüşeceğim’.
Önce Egemen Bağış, sonra Davutoğlu ve ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, akademisyenler, gazeteciler ve bazı muhalefet parti temsilcileriyle görüşülecek diyor, İsveç Dışişleri sitesi. Ancak bizler, onun, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştüğünü biliyoruz.

Carl Bildt ve Davutoğlu görüşmesi ardından yapılan ortak basın toplantısında Suriye konusu gündeme gelmedi ya da getirilmedi. Toplantı, AB üyeliği, Komisyon Raporu ve vizenin kaldırılma sorunlarının gölgesinde kaldı. Bu konu medyadan da gizlendi, ya da gündem dışı tutuldu.

Ancak, tecrubeli diplomat olan Bildt, Dışişleri Bakanlarının ortak basın toplantısında, Türkiye’nin AB için önemini öne çıkarttı ve ’AB’nin dünyada iki önemli stratejik ortağı var, birisi Birleşik Devletler diğeri ise Türkiye’dir. ABD, AB aday ülke değildir ve Avrupa ülkesi değildir. Ancak Türkiye Avrupa ülkesi’, sözleriyle bazı yerlere mesajını iletmeyi ihmal etmedi.

Bildt, yapılan görüşmelerde, ’Bildt’in çok dost ülkenin Dışişleri Bakanı’ ve ilişkilerinin çok iyi olmasına rağmen, anlaşamadıkları, bir anlaşmazlık çıktığı açıkça belirtilmektedir. Bildt, Türkiye ve AB arasındaki tıkanıklıktan, kilitlenmeden bahsetmekte ve bu krizin giderilmesi için, Türkiye AB ilişkilerinin derinliştilmesini önermektedir. Bu ilgi çeken bir yan.

İkinci ilgi çekici yan ise, Bildt’in yorumunda, ’Kürt Sorunu Türkiye’nin belki de en önemli sorunu’ olduğunu belirtmesi idi.
Bildt, Kürt Sorunu’yla ilgili olarak verdiği cevaplar, genelde çekingen, diplomatik dil ile konunun adlandırılmayıp üzerinden atlatılan bir üslup kullanması vardı. Bu sefer daha açık ve biraz daha cesaretli idi. Türkiyedeki en önemli ve çözülmesi beklenen sorununa parmak basıyordu.

Bildt, Türkiye ve AB’nin, Suriye ile ilgili olarak hangi noktaları görüştüğünü kendisinin açıklamaları çerçevesinde biliniyor. Ancak AB’nin Türkiye ile Suriye’nin geleceği konusunda, hangi noktalarda, niçin ve nereye kadar anlaşılmadığı/anlaşıldığı yanlar ise, gizliliğini koruyor. Bu konu şimdiden insan hakları örgütlerinin gündemin gelmiş bulunmaktadır.


Carl Bidlt ziyareti İsveç siyasi partilerin gündeminde

İsveç Dişişleri Bakanı Carl Bildt’in gezisi ile ilgili olarak, İsveç Çevre Partisi milletvekili Jabar Amin’e ve İsveç Sosyal Demokrat Partisi Ortadoğu ve Kürt Sorunu konusunda uzman politikacı Claes Nordmark’a sorduk.

- AKP Hükümeti’nin Suriye Ulusal Konseyi ile Kürt karşıtı bir anlaşmaya vardığı, PYD tarafından iddia edilmektedir. Bu anlamda, Suriye’nin geleceği ve Türkiye’nin oynayabileceği rol üzerindeki düşüncenizi almak istiyordum…
Jabar Amin: Suriye’de, başta bulunan rejimin bir an önce düşmesi en büyük dileğim. Rejimin ömrü uzadığı sürece, Suriye halkı da daha fazla çile çeker. 
En iyi yol, halkın muhalefeti ile iktidarın düşürülmesi ve suçluların mahkeme önüne çıkartılmasıdır. Türkiye’ye gelince; Türkiye ikili rol oynadığından behsedilebilinir. Bir yandan, Kurdistan’ın Kuzeyinde en küçük demokratik açılımın, özgürlüklerin genişletilmesinin önünü kapatıyor, diğer yandan Suriye’de demokrasi ve insan haklarını koruma sloganlarıyla öne çıkıyor.

Türkiye’nin, Kürt çıkarlarına ve Kürtlerin demokratik ve insan hakları istemlerine karşı çıkması yeni değildir. Gizli, ya da külislerin arka taraflarında sürekli olarak Suriye, Irak ve İran’la, Kürtlerin özgürlük istemlerini bastırmak için anlaşmıştır. Onun için, şimdi de Suriye’deki Arap muhalifleriyle böyle bir anlaşma yapması pek fazla şaşırtıcı değil.
Claes Nordmark: Türkiye, bölge demokrasisi ve kendi içinde demokrasinin gelişmesine yardımcı olmalıdır. Türkiye, AB’ye üye olmaya aday bir ülke olması nedeniyle, sorumluluğu daha da büyük. Bu şu anlama gelmektedir, Türkiye kendi içerisinde gerçek demokrasiyi yakalamak ve Kopenhag Kriterleri’ne uyum için reformlar gerçekleştirmelidir. Ülkedeki vatandaşları aynı haklara sahip olmalı ve demokratik sürece katkı yapanlar dışarda bırakılmamalıdır, örneğin herhangi bir belediyede Türkçe dışındaki dilerle de hizmetin yolu kapatılmamalıdır.

Türkiye’nin bölgede gelecekteki rolü, kesinlikle başka ülkelerdeki Kürtleri baskı altına alma olmamalıdır. Bu bölgedeki demokrasinin gelişmesine engel olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Suriye’nin geleceğiyle ilgili olarak oynanılacak rolün süratle yerine getirilebilinmesi ve bunun ülkedeki demokrasinin gelişimine yardımcı olması lazım. Bu aynı zamanda, ülkedeki değişik grupların aynı demokratik haklara, bu arada kimliksiz ve vatandaşlıktan mahrum bırakılan yüzbinlerce Kürdün de aynı haklara kavuşması anlamına gelebilmelidir.

- Bildt’in, Türkiye’ye, Suriye konusunda verilmesi gereken rol ile ilgili düşüncesi ve Türkiye ziyareti sonrasından beklentilerinizle ilgili görüşünüz ne?
Jabar Amin: Dışişlerı Bakanı Bildt, Uluslararası Hukukun savunulması konusunda fazla öne çıkan isimlerden biri değil, Kürtlerin demokratik ve ulusal haklarını da çok dar bir çerçevede savunan birisi.

Bildt’in, bir burjuva kökenli politikacı olarak siyasetini ve tavrını belirleyen noktalar, ekonomik çıkarlar ve batı dünyasının jeopolitik çıkarlarıdır. Bildt’in ülkede sahip çıkacağı, savunacağı noktalar, insan haklarından çok, ABD, İsrail ve AB’nin tutumuna paralelik gösteren noktalar olacak.

Bildt’ten Kürt sorununu çözme ile ilgili olarak pek fazla bir beklentim yok. Beklentisi yüksek olanlar hayal kırıklığına uğracakları zamanın yakın olduğunu sanıyorum.
Claes Nordmark: Carl Bildt, bilgili bir Dışişleri Bakanıdır. Ancak Kürt Sorununu konusunda eksikliği olan bir kişi. Kendisi bu tavrıyla, Ortadoğu’nun en büyük sorunlarından birisini görmemektezlikten gelmektedir.

Bildt gibi Türkiye politikacılarıyla çok iyi ilişkileri olan birisinin, Kürt Sorunun Türkiye ve Suriye’de çözümü için etkin bir rol oynayabileceği belli, ancak görünen o ki, bu konuda fazla ilgi göstermek istemiyor.

Bildt’in ziyaretinden beklentim şu: Genel anlamda Suriye’de demokrasisi için olumlu yönde etki edecektir, ancak Kürtlerin buradaki haklarını korumak için fazla bir çaba içerisine gireceğini sanmıyorum. 

Seyfo Center Başkanı Sabri Atman Soykırım konusunu değerlendiriyor


Sabri Atman aktif bir insan hakları çalışanı, tanınmış bir yazar. İnsan hakları ve soykırım konusunda uzman. Süryanilerin soykırım karşıtı insan hakları örgütü olan Seyfo Center’in yönetim kurulu başkanlığını yapıyor. Sayın Atman ile bugünlerde sıkça konuşulan soykırım konusunu masaya yatırdık. Yapılan söyleşi esnasında, bir başka gazeteci arkadaşın iki sorusuna da cevap verdi Atman. O soruları kırmızı renkle işaretliyorum. Söyleşiyi sizinle paylaşıyoruz.


Gabar Çiyan: Seyfo kelimesi neyi ifade ediyor ve Seyfo Center nedir, ne zaman kuruldu, hangi ülkelerde örgütlü, amaçları nelerdir?
Sabri Atman: Soykırım sözcüğünün ingilizcedeki karşılığı olan ‘genocide’ kavramını sosyal bilimler literatürüne sokan Polonya asıllı ve yahudi olan Rafael Lemkin’dir. Eski Yunanca genos (ırk, kabile, köken) ve Latince dilindeki –cide (kes, öldür) sözcüklerinden türemiştir.

Ancak soykırıma uğrayan bir çok halk grubu, uğradıkları acıları tarif etmek için kendi dillerinde soykırım anlamını veren benzer kavramlar kullanmaktadırlar.

Örneğin Yahudiler ibranice dilinde ‘Shoah’ deyimini kullanırlar. Trajedi veya felaket anlamına gelmektedir. Ermeniler ise Batı Ermenice şivesinde ’Medz Yeghern’ değimini kullanırlar. ’Büyük suç’ anlamına gelmektedir, bunu ’büyük kaza’ olarak okuyanlar da var.

Rwanda’da soykırıma uğrayan Tutsi’ler ise kendi dillerinde ’Machete’ veya ’Panga’ deyimini kullanırlar. Bu, bıçakla kılıç arasında keskin bir alettir. Genellikle çalıları ve kamışları kesmek için kulanılır.

Süryaniler ise uğradığımız soykırıma kendi dilimizde birden fazla kullandığımız sözcük vardır. Batı Süryanice dilinde ’Ferman’, ’Kafle’ ve ’Seyfo’ deyimlerini kullanırız.  Birinci sözcük ‘yukardan gelen emir’ anlamında kullanılır ve Kürtçe dilinde de ‘Fermane fılaha’ yani ’Hristiyanların Fermanı’ anlamında kullanılması yaygındır. ’Kafle’ sözcüğü ise, topluluğu, toplu halde zorunlu göçe, daha doğrusu ölüme gönderilen insanların konvoylarını tarif eder.

Uğradığımız soykırımı tarif anlamında en çok kullandığımız sözcük ise, SEYFO’dur. Kelime olarak Süryanice dilinde ’’Kılıç’’ anlamına geliyor. 1914-1915 yıllarında kılıçtan geçirildiğimiz için uğradığımız soykırıma Batı Süryanice dilinde SEYFO ve doğu süryanice de ise ’SEPA’ deyimini sembolize olarak kullanırız.

Süryani Soykırım Araştırmalar Merkezi Seyfo Center, 2004 yılında kuruldu. Amacı, inkar edilen ve unutturulmak istenen Süryani Soykırımı Seyfo’yu unutturmamaktır! Seyfo Center’in Almanya, Hollanda, Belçika ve İsveç olmak üzere Amerika’da şubeleri var. Aynı zamanda Avustralya, Yeni Zelanda olmak üzere dünyanın daha bir çok ülkesinde faaliyetleri mevcuttur. Şubelerimizin olmadığı ülkelerde halkımızın diğer var olan kurumları aracılığıyla faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Halkımızın ezici bir çoğunluğunun desteğine sahibiz. Amerika ve Avrupa’nın bazı Üniversiteleri olmak üzere, Ermeni Soykırım Müzesi ve İsrael’deki Holocaust ve Soykırım Enstitüsü gibi kurumlarla ilişkilerimiz var ve bunların tecrübelerinden yararlanıyoruz.

Seyfo Center, ezilen halkların ortak mücadelesine inandığı içindir ki, Ermeni, Rum, Alevi, Türk ve Kürt ilerici ve demokratlarıyla yakın ilişkileri var ve bu ilişkileri daha da geliştirmek arzusundadır. Çünkü soykırım olayı sözü edilen bütün bu kesimleri yakından ilgilendirmektedir.


Gabar Çiyan: Süryani (Seyfo) Soykırımına, devlet güçlerinin yanısıra, gerici Kürtlerin de rolünden bahsediliyor. Bu konuda, Kürt aydınının kendi tarihini eleştirme sürecinin başladığına dair işaretler var. Sizin, bu konu üzerinde yüksek lisans yapmaya başladığınızı biliyoruz. Seyfo Center'in Kürt aydını ve siyasi partilerinden bekledikleri nelerdir?
Sabri Atman : Evet! 1915 Soykırımı dönemin İttihat ve Terakki Partisi tarafından, planlı, programlı ve sistematik bir şekilde gerçekleştirildi. Amaç, Türkiye’nin Türkleştirilmesi yani homojenleştiril-mesiydi. Bu bir anlamda başarıldı da. Sayıları milyonlarca olan Ermeni, Rum ve Süryani’den topu topu sadece 72 bin kişi sağ kaldı Türkiye’de.

Eldeki bütün veriler gösteriyor ki, Kürtlere karşı bugün kullanılan silahlı korucu çeteleri gibi, devletin silahlandırdığı ve finanse ettiği bazı gerici Kürtler ve bazı Kürt aşiretleri de o dönemde Ermeni ve Süryani Soykırımında kullanıldı.

Ama bunu söylerken, şunu kalın harflerle ifade etmek isterim: Türk, Kürt, Süryani, Ermeni, Arap, Alman vs. gibi kavramlar çok dikkatlice kulanılması gereken kavramlardır. Soykırım, bir halkın bir başka halkı katletmesi değildir. Soykırımı yapan güçlerin soyadı ne olursa olsun, onlar halklarımızı temsil edemez. Bu bağlamda, soykırımı yapan iktidarı ve buna iştirak eden Kürtleri ve diğer güçleri lanetliyoruz. Kürt halkını veya Türk halkını suçlamıyoruz! Her Türk ve Kürt bireyi de tek tek bireyler olarak bu soykırımdan sorumlu değildir. Ancak ortada kolektif bir sorumluluk var. 1915 Soykırımı ’Türk ulusu’ adına, ’islam’ dini adına yapıldı. Ermeni ve Süryani malları bir çok bölgede talan edildi. Bu bağlamda her Türk ve bunda sorumluluk payı olan her Kürt bireyi 1915 Soykırımını kabul etmek ve ettirmekle yükümlüdür.

‘Kürt’ tarafının iştirakı neydi, niye ve nasıl iştirak etti, hangi Türkün veya Kürdün zenginliği konduğu  Ermeni veya Süryani mallarıdır gibi konular, önümüzdeki dönemde araştırılması gereken konulardır.

Ermeni ve Süryaniler sabah kahvaltısı için harcandılar. Kürtler ise öğlen yemeği olarak planlanmıştı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Birincisi, Ermeni ve Süryani çocuklarının, aradan 97 sene geçse bile soykırımı yapanlardan hesap soracağı ve bunu sürekli dünya gündemine getireceği hesaplanmamıştı.

İkincisi, Kürt halkının ve onun mücadelesinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin otuz iki dişini kıracağı hesap dışı bırakılmıştı. Düne kadar Kürtlerin varlığını inkar eden herkes, bunu bugün açık bir şekilde telafuz etmek zorunda kalacağı tahmin edilmemişti.

Soykırımı inkar eden ‘Türkler’ çıkacağı gibi, bu soykırımda Kürtlerin sorumluluğunu üstlenmeyen ve bunu inkar eden ‘Kürtler’ de çıkacaktır.  Her iki tarafın inkarcılarının kullanacağı argümanlar birbirine çok benzeyecektir. Bazı Kürt aydınları, bu iş tek başına Türk devletine yöneltildiği zaman memnunluk duyacaklardır. Fakat Kürtlerin sorumluluğu hatırlatılınca, ‘geçmişi kaşımayın’ türü laflar etmekten kaçınmayacaklardır.

SORU: Ben böylesi Kürd aydınları tanımıyorum, bunlar hangi Kürd aydınlarıdırlar?
Kurdler adına, Kurdi menfaatler adına, herhangi silahlı bir Kürd hareketi Asuri-Suryani-Ermeni halklarina karşı katliam ve talanlarda yer aldılar mı ? Hangi Kürd hareketi / örgütü? Hangi Kürd aydını Hiristiyan halklara karşı kin ve savaşı körükledi?
Peki ÖZ BE ÖZ KÜRD ASILLI / KÜRD OĞULLARI OLAN EZDI İNANCINA SAHIP KÜRDLERE KARŞI AYNI TÜRK-MÜSLÜMAN ÇETELER TARAFINDAN KATLIAMLAR GERÇEKLESMEDİ MI? Az da olsa Kurdluk bilinci olan ve ayni katliam makinalarinda gecen bu halk ne zaman Asuri-Suryani-Ermeni halklarına karşı hangi katliamlarda yer aldılar?

Sizce Kürdlerin kendileri de kırım ve katliamlara uğramadı mı? 1925–1938 yılları arasında bugünkü Kurdistan cografyasında bir çok isyanlar ve katliamlar yaşandi: Bir araştırmacı olarak, aynı coğrafyada 100 yıldır katliamlara uğrayan Kürdler ve yaşadıkları acıları konusunda neler söyleyebilirsiniz ?
Sabri Atman: Alabildiğine geniş ve uzun bir soru. Fakat son paragraftan hareketle cevap vermeye çalışayım. Elbette, aynı coğrafyada yaşayan Kürt halkı da çok acı katliamlara ve soykırımlara maruz kaldı. Kürt halkı da büyük acılar yaşadı ve yaşıyor. Sadece 1925 ve 1938 değil, daha dündü Uludere’de 37 insan devlet tarafından öldürüldü ve bir özür bile onlara çok görüldü. Olay unutturulmaya çalışılıyor.

1988 yılında binlerce Kürt Halepçe’de soykırıma uğratıldı. Bir çok insanın yuvası yıkıldı. Ufak çocuğunu göğüsleyen babanın cansız bedeni ve dünya medyasında dolaşan resmi bir çok insanın beynine ve yüreğine kazındı. Yerde yatanın soyadı veya ulusal kökeni birey olarak benim için hiç ama hiç önemli olmasa bile, bu resme her baktığımda göz yaşlarımı tutamam. Yapanlara lanet okurum. Kürt halkının yaşadığı acıyı yüreğimde paylaşırım.  

Hiç kuşkusuz Kürt halkının tarihinde sayısız katliam vardır. Yüzbinlerce masum Kürt öldürülmüştür. 1925 katliamı olmak üzere 1938 Dersim ve Halebçe’de Kürt halkının yaşadığı acıları paylaşmak ve yapanları lanetlemek için araştırmacı veya yazar -çizer olmaya hiç gerek yok.  Asgari bir insani duruşa sahip olmak yeterlidir. Bir insan olarak, soykırım yaşamış bir halkın ferdi olarak, insanlığa bu tür acıları yaşatanlara değil bir defa; yüz bin defa lanet okuyorum. Lanet okumak, yeterli mi diye sorulabilir. Değildir tabi, fakat geçmiş katliamlar ve yaşatılan acılar yeterince lanetlenmeli ki, başka birileri geçmişten cesaret alıp benzer acıları yaşatmaya kalkışmasın. Halepçe soykırımında, ufacık çocuğuyla, cansız bir şekilde yerde yatan baba ve oğulun heykeli dikilmeli ve bu heykel gelecek kuşaklara ders olmalıdır.

Sorunuzun öteki yanına gelince: ’Böylesi Kürt aydınlarını tanımıyorum’, diyorsunuz.  Oysa ben şunu iddia ediyorum:  1915’te Süryani ve Ermenilere yapılan soykırımda Kürt rolünün de olduğunu ve bir çok Kürt aşiretinin bu uğursuz katliamda kullanıldığını düşünüyor ve söylüyorum.  1915 Soykırımında Kürt tarafının da rolü var ve bu olay örtbas edilmemeli, tam tersine açık bir şekilde incelenmeli dendiği zaman, buna tepkisel olarak gelen, ‘ama Ermeniler Kürtlere falan yerde şunu yaptı’, ‘Süryaniler de Kürtlere karşı….’, gibi ’ama’lı ve gerekçeli yaklaşımı kişi olarak bir çok Kürt sitesinde okuyucu mektupları ve yazıları olarak kısa bir süre önce takip ettim. Konuştuğum bazı Kürt dostlarımın da benzer bir eğilimi, yani ‘1915 Soykırımında Kürt rolünü’’ bilinçli bir şekilde gündeme taşımama veya bunun önünü kesmeyi tercih ettiklerini gözlemledim. Bu tercih bilerek yapılan bir tercihtir. Bazı Kürt aydınları teriminden bunları kastettim. Örnek bir isim veya isimler mi istiyorsunuz? Biraz sonra size bunu birlikte tespit etme önerim olacak. Fakat şimdilik şunları aktarayım: Bundan  bir süre önce, sevdiğim ve saygı duyduğum gazeteci bir arkadaş olan Fırat Aygün benimle Stockholm’da bir söyleşi yapmıştı.  Buradaki benzer konuyu çok hafif bir şekilde işlemiştim. Söyleşi, Rızgari sitesinde yayınlanmadı. Gerekçe neydi? Elbette ‘yazılı’ bir cevap ve gerekçe vermediler, vermezler. Fakat Aygün arkadaştan çok açık bir şekilde olmasa da yanıtımı almıştım. Bunun sınırı vardı ve bunun sınırı ‘Kürtlere dokunmayacaktı’! Konu bu kadar açıktır.

Önerime gelince: Benimle yaptığınız bu söyleşiden hareket edelim. Osmanlı döneminde İttihat ve Terakki Partisi’nin hristiyan olan Ermeni ve Süryanilere Soykırım örgütlediği ve gerçekleştirdiği tartışma konusu yapılmamalı. Bu soykırımda ‘Kürtlerin rolü neydi?’ sorusu sorulsun ve tartışma konusu yapılsın. Arkasından, Abdulhamit tarafından kurulan Hamidiye Alayları neyin karşılığında ve kime karşı kurdurulmuştu? Bunun da arkasından şöyle bir soruyu gündeme getirilsin: 1915 Soykırımı döneminde Hamidiye Alayları dağıtılmıştı, fakat yerine geçen Süvari Birlikleri de Kürtler’den oluşuyordu. Bunların öldürdüklerinin bilançosu çıkarılsın ve talan ettikleri Ermeni ve Süryani malları araştırılsın.

Son olarak şunu söylemeliyim: 1915’lerde Van, Siirt, Bitlis, Muş, Urfa, Omid, Viranşehir, Hakkari ve bügün Kürtlerin yaşadığı başka bir çok şehirde Ermeniler ve Süryaniler yaşıyordu, fakat bugün bu insanlar yoklar. ‘Birileri’ tarafından yok edildiler. Peki, ya onların mallarına ve mülklerine ne oldu, evlerinde kimler oturuyor, diye sorun?  Bu soruların arkasından gelecek tepkilerdendir benim ‘bazı Kürt aydınları’ndan kastım.

Kürt aydını Berzan Boti, ‘ben sadece özür değil ama aynı zamanda benim olmayan mülkü de esas sahiplerine iade ediyorum’, diyerek onurlu bir davranış sergiledi.  Bu onurlu davranışı sayın Ahmet Türk olmak üzere bir çok tanınmış Kürt ve aydını da göstermelidir, kanaatindeyim.

Söylediklerime ilave olarak, ilginçtir, bir süre önce faaliyetlerimizin yansıdığı bazı Kürt site yöneticileriyle konuşmuştum. En çok eleştiriyi kendi Kürt okuyucularından alıyorlarmış. Birincisi, soykırım olayı gündemi fazla kaplıyormuş. İkincisi, ise ‘biz Kürtler’ suçlanıyormuşuz!

SORU: Lütfen, bunlar hangi sitelerdir?
Sabri Atman: Süryani ve Ermeni soykırımı konusunda ‘bazı Kürt’lerden’ gelen tepkiler konusunu lütfen siz de Nasname ve Gelawej site yöneticilerine sorabilirsiniz ki, konuyu dahada öğrenmek açısından belki de başvurulacak başka sitelerde vardır .

Bence Kürt hareketi dinamik bir harekettir. Kürt aydınlarının bu konudaki tavrı Türk devletini ve soykırımı inkar eden bütün güçleri ters köşeye yatırabilir. Soykırımdan kalma mülkünü teslim eden ve soykırımdan dolayı özür dileyen Kürt aydını Sayın Berzan Boti olmak üzere, Omid (Amed) Belediye Başkanı sayın Osman Baydemir’in duruşları ayakta alkışlanacak duruşlardır. Bundan kısa bir süre önce Diyarbakır’da bir konferans gerçekleşmişti. Bu konferansta bir konuşma yapan sayın Baydemir aynen şunları söylemişti: ‘‘ … açık ve net soylüyorum, biz her bir insan, kendi ailemizle, ailemizin geçmişiyle, mensubu olduğumuz kültür ve kültürün geçmişiyle, mensubu olduğumuz halk ve o halkın geçmişiyle övünmek isteriz ve övünmek de en doğal hakkımızdır. Ama halkımızın geçmişinde, tarihinde karanlık sayfalar varsa, iğrençlikler varsa, açık söylüyorum alçaklıklar varsa onu reddetmek, o günaha ortak olmamak bizim ahlaki, vicdani ve siyasetçiysek siyasetçi görevimizdir….’’

Sayın Baydemir’in duruşu, halklarımız arasındaki dostluk için bir köprüdür. Elbette bu duruşa sahip olan tek başına kendisi değildir. Sayın Ahmet Tan’ın Meclisteki Ermeni ve Süryani Soykırımı konusunda konuşması hatırlardadır. Kürt aydını ve yazar sayın Recep Maraşlı’nın çalışması ve yazılarılar bizleri alabildiğine aydınlatıyor. Orhan Miroğlu’nun yayınladığı çok değerli yazı ve kitapları vardır. Bu örnekleri elbette daha da çoğaltmak mümkündür. Bunların hepsini yürekten alkışlıyoruz.

Sayın Baydemir’in kafasına atılan taşların ve zorluklarının farkındayız. Fakat bütün bu zorlukları göğüsleyebileceğine olan inancımızdan dolayı, bundan bir müddet önce Diyarbakır Belediyesi’nden bir anıt talebimiz oldu. Öyle inanıyoruz ki, bu anıtın dikilmesi soykırımı inkar eden bütün güçlere bir cevap olacaktır. Sydney’de, Yerevan’da, Stockholm’da, New York’ta anıt dikiliyor da, niye soykırımın gerçekleştiği bölgelerden biri olan Diyarbakır’da dikilmesin?

Gabar Çiyan: Türkiye’nin Seyfo Soykırımı konusundaki yaklaşımı ne? Seyfo Center’in devlet nezdinde bir girişimi bekleniyor mu? Konunun Türk ilerici ve demokrat kesimince tartışmaya açılması süreci başladı mı? Seyfo center in bu konudaki çalışmaları neler?
Sabri Atman: Türkiye’de dışarının başta olmak üzere cılız da olsa iç dinamikler nedeniyle soykırım sözcüğü geçmiş yıllara göre daha fazla teleffuz edilmeye başlandı. Tarihi objektif bir şekilde irdeleyen ve soykırımın varlığını işleyen kitaplar da çıkmaya başladı. Fakat devletin ve AKP’nin inkara devam etmekten öte bir politikası yok. En son devlet desteğinde İstanbul’da Hocalı katliamını protesto adı altında ırkçı sloganlarla donatılmış bir miting düzenlendi.  Devletin politikası budur. Bu yüzden demokratik güçlerin ve bizlerin katedeceğimiz daha uzun bir yolumuz var.

Önümüzdeki süreçte Türkiye ve yöneticileri soykırım gibi ağır bir yükü taşıyacak ve eskisinden daha fazla zorlanacaklardır. Soykırımda öldürülenlerin torunları olarak bunların rahatını bozacağız. Bu böyle bilinsin! Bunların, Sayın Baydemir’in dediği gibi geçmişteki ‘alçaklığı’ reddetmekten başka bir seçenekleri yoktur.  

Gabar Çiyan: Süryani (Seyfo) Soykırımının resmi olarak tanınmasında Ermenistan’ın tutumu ne? Bu soykırımın Ermenistan tarafından tanınması için Seyfo Center’in planlanmış çalışmaları var mı? En son Ermenistan Parlamentosu’nda red edilen Süryani Soykırımı yasa tasarısına yönelik düşüncelerinizi merak ediyordum. Nasıl bir karar bekliyordunuz? Beklentilerinizin gerçekleştirilmesi için Merkez’inizin çalışmaları hangi yöne kayacak?
Sabri Atman: Seyfo Center’in başkanı olarak, daha önce Ermeni Soykırım Müzesi tarafından Ermenistan’a davet edilmiştim. Süryani Soykırımının bügüne kadar Ermenistan Cumhuriyeti tarafından kabul edilmediğini ve bunun önemli bir eksiklik olduğunu dile getirmiştim. Bir çok temsilciyle ilişkilerim oldu.

Yasanın rededilmesine gelince, genel olarak bir yasanın parlamentodan geçmesi için, bunun hazırlığının yeterince yapılması, zamanlamasının çok iyi tespit edilmesi gereklidir. Sözünü ettiğim hazırlığın ve zamanlamanın yapılıp yapılmadığıni bilmiyorum. Herşeye rağmen karar üzücü bir karardır. Bu tür bir kararın alınmasında ne tür siyasi ve ekonomik kaygıların gözönüne alındığı konusunda yeterince fikir sahibi değilim. Kabul edilemez bir karardır.
Çünkü Ermenistan halkının ve Ermenistan Devletinin Süryani Soykırımını kabul etmesi, hem ahlaki hem de siyasi sorumluluğudur. Bütün dünyadan Ermeni halkının yaşadığı acıları ve soykırımı kabul etmesini isteyeceksin, diğer taraftan da, Süryani soykırımına hayır diyeceksin, bunu inkar edeceksin. Bu anlaşılabir ve kabul edilebilir bir tavır değildir. Böylesi bir tavrın ve inkarın devamı Ermenistan Cumhuriyeti'ne ve halkının mücadelesine ve inandırıcılığına zarar verir. 
25 Nisan tarihinde Yerevan’da ilk Süryani Soykırım anıtı dikilecektir. Seyfo Center’i temsilen davetliyim ve yapacağım konuşmada Ermenistan’ın Süryani Soykırımı Seyfo ‘yu kabul etmesini talep edeceğim. Ermenistan Meclis Başkanı olmak üzere bir çok temsilciyle Süryani Soykırımı Seyfo’nun kabul edilmesi için görüşmelerim olacak.


Ezilen halkların birlikte mücadelesinden yanayız. Bu yöndeki stratejimizde de hiç bir zaman değişiklik olmayacaktır. Amerika, Avustralya ve Avrupa’da bir çok Ermeni dostun bize gelen üzüntüleri ve dilekleri var. Bunlara büyük değer veriyoruz.
Strateji değişikliği değil, fakat Ermenistan Cumhuriyeti’nin dikatine ve kendilerine sesimizi duyurmak için Seyfo Center olarak önümüzdeki haftalarda internet üzerinden herkesin katılabileceği bir şekilde ‘’Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyeti Süryani Soykırımını Kabul Etmelidir!’’ şeklinde büyük bir kampanya yürüteceğiz.
Sonuç olarak, önümüzdeki dönemde Ermenistan Cumhuriyeti'nin mutlaka ama mutlaka Süryani Soykrımını kabul edeceğine inanıyorum. Mücadelemiz ve ilişkilerimiz de bu yönde devam edecektir.